Zamanla her şey değişiyor.
Eskiden insanlar varmış!.. Şimdi insan bozması, ne zaman ne yapacağı belli olmayan insan bozmaları var.
Faziletli, ahlâklı, kemalatlı, olgun faydalı ilim, irfan sahibi erdemli insanlar varmış!.. Menfaatperest, ahlâksız, cahil, vurdumduymaz, hafif ve zararlı insanlardan geçilmiyor.
Müttaki, Allah’a gerçekten inanmış, takva sahibi, salih ameller işleyen; ehl-i iman, ehl-i Kur’ân, ehl-i İslâmiyet ve ehl-i hizmet varmış. Şimdi takiyyeci, kasıtlı, vazifeli, münafik, riyakâr ve dini sadece menfaatleri olan; bir balon gibi şişirilmiş adı sadece Müslüman olan güruhlar göze çarpıyor.
Vatan, din, bayrak, millet denince; gerçekten duran düşünen ve içten gelerek, samimî olarak sahip çıkan insanlar varmış!.. Şimdilerde bütün bunları kısacık, fani ve geçici şu yalancı dünya hayatına değişen, feda eden ve fena eden; insan demeyelim!.. İnsana benzer mahlûklar var ve kol geziyor.
Dünyanın dört bir yanından gelen ve oralarda yaşayan dindar, hamiyetperver, yiğit, ahlâklı, faziletli, iyiliksever, vatanperver ve bayrağına kendini her zaman feda edebilen; erdemli, faziletli, kemalatlı, ilim, irfan ve görgü sahibi, kalem erbabı, sanatkâr, şair ve şair ruhlu; dinlenen, dinlemeyi bilen Osmanlı çelebileri, efendileri varmış. Eh bu günlerde ben saymasam da siz sayın yapmacık, takiyyeci, menfaatçi, yalancı, riyakâr, gösteriş budalası, vatan haini, millet düşmanı, dini her şeye alet ve vasıta eden zavallı çelebileri ve efendileri.
Kemâlat-ı insaniye ve fazilet lâfla, oldum demekle elde edilmiyor. Dinin emirlerinin ve terbiyesinin olmadığı hiçbir fazilet ve kemâlat da insana ve topluma bir şey kazandırmıyor. Hemen burada asrın sahibi Bediüzzaman Said Nursî’nin şu çok manidar sözünü hatırlatmakda fayda var: “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır…” Sadece bu sözü bir vecize olarak çerçeveletip evlerimizin, işyerlerimizin duvarlarına assak ve günde bir defa anlayarak ve düşünerek okusak; meselelerimizin büyük çoğunluğunun hallolmaya başlayacağı aşikârdır.
Adı insan, ama daima “insancık” rolünü oynayarak insanlığın gereği olan dinin emir ve yasaklarını yapmamakta ve onlardan nefis ve şeytan adına fersah fersah uzaklaşmaktan haşa, adeta zevk alan, memnun olan ve bunu bir kazançmış gibi mütalâa eden bir insanlık çeşidi türedi ve aldı başını gidiyor. Rabbim sonumuzu hayır etsin inşallah.
Dünya adına yaşanan hemen her şeyden bir tokat yiyen ve bir vefasızlık, bir üzüntü ve acı yaşayan insanın hâlâ “dünya, dünya!...” diye zorlaması ve dünyanın peşinden koşması enteresandır.
Ne olursa olsun dinden ve dinin emirlerinden haberdar olan bir kimse; bu bildiği, öğrendiği dinin emir ve yasakları evvelâ kendi şahsında, kendi nefsinde ve büyük bir dünya zannettiği o küçücük dünyasında yaşayabilmeli ve gösterebilmelidir. Sonra sırasıyla ailelerinde, akrabalarında, yakın ikametgâh çevresinde, mahalle ve kasabasında, şehrinde ve ülkesinde bu yaşadıkları, gösterdiklerini görmek isteyebilmelidir, yaşayabilmelerini bekleyebilmelidir.
Yoksa dünyada şu ekonomi bozulmuş, şu savaş çıkmış, şu felâketler olmuş, şu icadlar yapılmış, şu şu adamlar şunları yapmış ve yapmamış vs. Bunların ne kendi dünyasına, ne de ahiretine hiçbir faydası yoktur ve olamaz. Asıl elde edilen faide ve menfaat ise; bir insanın ancak ve ancak Rabb-i Rahimini razı etmesi ve O’nun kendisinden hoşnut olmasıdır.