Hayatımızda karşılaştığımız ve yaptığımız her iş için ekseriyetle kullandığımız bir güzel ve manalı cümle vardır: “Vazifemi yaptım”, zamanımızda bu cümle şöyle olmuş; “Görevimi yerine getirdim…”
Dünya işlerinde olduğu uhrevî, ahirete bakan ve direkt olarak ahiretin işleri olan fiiller, yapılacak işler içinde bu cümlenin kullanılması önemli bir husustur. İslâmî, imanî, Kur’ânî bir iş yapmak veya yapmaya niyet etmek ve teşebbüs etmekte de aklımıza gelmesi lâzım gelen bir cümle…
Bu cümle eneyi, beni ortadan kaldırarak bizi, nahnüyü yerine ikame eden, bırakan bir cümledir.
Böyle kudsî, marifetli, dine ait vechesi/yüzü, tarafı olan bir cümleyi, bu işlerle iştigal eden uğraşan hizmet ehli, İslâmiyet ve Kur’ân, iman hademeleri muhakkak bir surette içlerine; kalp, ruh ve akıllarına yerleştirebilmelidirler.
Böyle kudsî meselelerde emrolunanı yani tebliği, ilânatı yapmadan evvel o meseleyi, o konuyu, o fikir ve düşünceyi, o imanî, Kur’ânî mevzuyu bizatihi insanın kendi nefsinde yaşaması, yapması, uygulaması, fiilî olarak gösterebilmesi ilk ve ilk yapılacak vazifedir. Sonra inayet-i İlâhiyeye sığınmak bu vazifenin teslimiyetidir.
Başkalarına dinî, İslâmî emirleri tebliğ etmek, ilân ve neşretmek halleri ise ehl-i iman için ikinci ve ikinci olarak yapılacak, yerine getirilecek bir vazifedir, görevdir, sorumluluktur.
Demek ki, vazife-i İlâhiyeyi düşünmeden esas maksat olarak yerine getireceğimiz hakikat daima kendimize terettüp eden, düşen vazifeler, görevler olmalıdır ki, hakikat-ı hal üzerimizde tezahür etsin, görünsün.