Ve keza, görünüyor ki, bu âlemin Sahibi, yaptığı şu kadar fiillerin delâletiyle, harika bir sehavete sahip olduğu gibi, nur ve ziya ile dolu güneşler ve meyve ve semereleriyle hamile eşcar ve ağaçlar misillü pek çok hazineleri vardır.
Binaenaleyh, bu ebedî sehavet, tükenmez servet, ebedî bir ziyafetgâhı ister ve devam ile muhtaçların da devam-ı vücudunu iktiza eder. Zira, nihayet bir sehavet, harika bir kerem, daima halka ihsan ve in’am etmek iktiza eder. Bu ise ihsan ve in’amlara minnettar ve muhtaç olanların devam-ı vücudlarını ister.
• Ve keza, şu mu’cizeli ve hikmetli ef’al-i kerîmânenin tezahüratından anlaşılıyor ki, Sâni-i Fâil’in pek gizli kemâlâtı vardır. Ve daima o kemâlâtı enzar-ı âleme arz ve teşhir etmek ister. Çünkü daimî bir kemal, daimî bir tezahür ile takdir edicilerin devam-ı vücudlarını iktiza eder. Çünkü adem-i mutlaka namzet olan insan, kemâlâta kıymet vermez ve istihsan ve takdire bedel istiskal ve tahkir eder.
• Ve keza, bu güzel, müzeyyen, münevver masnuatın Sâni’i için mücerred manevî bir cemal vardır. Ve Onun, o mahfî hüsün ve cemal için pek çok mehasin ve letaifi vardır ki, kısa akıllarımızla idrak edemeyiz. Ezcümle, o cemalin kesif âyinelerinden biri sath-ı arzdır. Bu sath-ı arz her asırda, her mevsimde, her vakitte daima tecelli etmekte olan o cilvelerin gölgelerini teşhir, tavsif, ilân ve izhar eder.
• Ve keza, hakaik-ı sabitedendir ki, yüksek bir cemal sahibi, bizzat kendi gözüyle ve bilvasıta başkasının gözüyle, cemalini ve cemalinin inceliklerini görmek istiyor. Binaenaleyh, cemal sermedî ve daim olursa, behemehâl onun inceliklerini gösteren âyinelerinin de ebedî ve daimî olması zarurîdir. Çünkü bâkî bir hüsün, fânî bir müştaka razı olamaz. Ve zâil ve fânî bir âşığın, ebedî ve bâkî olan mahbubuna muhabbeti adavete kalbolur. Evet insan, eli veya fehmi yetişmediği güzel bir şeyi, kendisini teselli için takbih eder. Bu itibarla bu âlem, Sâni’i istilzam ettiği gibi; Sâni’ de âlem-i ahireti istilzam eder.
Mesnevî-i Nuriye, s. 54
LÛGATÇE:
adavet: Düşmanlık.
adem-i mutlak: Kesin yokluk.
behemehâl: Mutlaka, elbette, ne yapıp edip.
delâlet: İşaret, delil olma.
ef’al-i kerîmâne: Cömertçe ve iyilikle yapılan işler.
eşcar: Ağaçlar.
hüsün: Güzellik.
in’am: Nimetlendirme.
istihsan: Güzel bulma, beğenme.
istilzam: Gerektirme.
kalbolmak: Dönüşmek.
mahfî: Gizli, saklı.
müştak: Arzu ve iştiyak gösteren, fazla istekli.
Sâni-i Fâil: Her şeyi sanatlı olarak yapan ve işleyen Allah.
sath-ı arz: Yeryüzü.
sehavet: El açıklığı, cömertlik.
zâil: Sona eren, yok olan.
ziya: Işık.