Demek bu semavî lâmbalarda gayet harika bir intizam var. Ve onlara çok dikkatle bakılıyor. Güya o pek büyük ve pek çok kütle-i nâriyelerin ve gayet çok kanâdil-i nuriyelerin buhar kazanı ise, harareti tükenmez bir Cehennemdir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik lâmbalarının makinesi ve merkezî fabrikası daimî bir Cennettir ki, onlara nur ve ışık veriyor; ism-i Hakem ve Hakîm’in cilve-i a’zamıyla, intizamla yanmakları devam ediyor.
Ve hakeza, bunlara kıyasen, yüzer fennin her birisinin kat’î şehadetiyle, noksansız bir intizam-ı ekmel içinde, hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiştir. Ve o harika ve ihatalı hikmetle mecmu-u kâinata verdiği intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir çekirdekte, küçük bir mikyasta derc etmiştir. Ve malûm ve bedihîdir ki, intizamla gayeleri ve hikmetleri ve faydaları takip etmek, ihtiyâr ile, irade ile, kasıd ile, meşiet ile olabilir, başka olamaz. İhtiyârsız, iradesiz, kasıdsız, şuursuz esbab ve tabiatın işi olmadığı gibi, müdahaleleri dahi olamaz.
Demek bu kâinatın bütün mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fail-i Muhtar’ı, bir Sâni-i Hakîm’i bilmemek veya inkâr etmek, ne kadar acib bir cehalet ve divanelik olduğu tarif edilmez.
Evet, dünyada en ziyade hayret edilecek bir şey varsa, o da bu inkârdır. Çünkü kâinatın mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle vücud ve vahdetine şahitler bulunduğu halde Onu görmemek, bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar.
Hatta, diyebilirim ki, ehl-i küfrün içinde, kâinatın vücudunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestaîler, en akıllılarıdır. Çünkü kâinatın vücudunu kabul etmekle Allah’a ve Hâlık’ına inanmamak kabil ve mümkün olmadığından, kâinatı inkâra başladılar, kendilerini de inkâr ettiler. “Hiçbir şey yok” diyerek, akıldan istifa ederek, akıl perdesi altında sair münkirlerin hadsiz akılsızlıklarından kurtulup bir derece akla yanaştılar.
Lem’alar, 30. Lem’a, 3. Nükte, s. 609-610
LUGATÇE:
bedihî: açık olan, aşikâr.
cilve-i a’zam: en büyük tecellî, görüntü.
derc etmek: sokma, almak, toplamak, kaydetmek.
ehl-i küfür: inkârcılar, küfre gidenler.
esbab: sebepler.
Fail-i Muhtar: istediğini yapan, kendi iradesiyle faaliyette bulunan, hakikî müessir.
Hâlık: her şeyi yoktan var eden, Allah.
ihatalı: kuşatıcı.
intizamat: düzenler.
ism-i Hakem: haklı ile haksızı ayıran ve her işi bir hikmete göre olan anlamında Cenab-ı Hakkın bir ismi.
kanâdil-i nuriye: ışıklı, nurlu kandiller.
kütle-i nâriye: ateş kütlesi.
maslahat: ehemmiyetli iş, fayda.
meşiet: dileme, irade.
Sâni-i Hakîm: her şeyi sanatla ve hikmetle yaratan Allah.
tezyin: süsleme, ziynetlendirme.
vahdet: birlik.
zîhayat: hayat sahibi, canlı.