Suâl: (HÂŞİYE-1) “Demek biz eskiden beri hürriyetimize mâlik idik. Hürriyetimiz tev’em olarak bizimle doğmuş. Öyle ise başkalar keyiflensin, bize ne?”
Cevap: Evet, zaten o sevda-i hürriyettir ki sizi tahammülsüz meşakkatlere mütehammil kılmış. Ve medeniyetin müşaşaa bu kadar mehasininden, sizin anka-meşrebâneniz sizi müstağni etmiştir. Fakat ey göçerler! Sizde olanı yarı hürriyettir, diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktır. Hem de kùt-u lâyemut ve vahşet ile âlûde olan hürriyet, sizin dağ komşularınız olan hayvanlarda da bulunur. Vakıa, şu bîçare vahşî hayvanların bir lezzeti ve tesellisi varsa o da hürriyetleridir. Lâkin güneş gibi parlak, her ruhun mâşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki saadetsaray-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazilet ve İslâmiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyinedir.
Suâl: “Ne diyorsun? Şu senâ ettiğin hürriyet hakkında denilmiştir: ‘Hürriyet Cehenneme lâyıktır; çünkü o, kâfirlere mahsustur.’ [Arabî ibarenin meali]”
Cevap: O bîçare şair, hürriyeti Bolşevizm mesleği ve ibahe mezhebi zannetmiş. Hâşâ! Belki insana karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti intâc eder. Hem de çok adamlar görmüşüm, Sultan Abdülhamid’e Ahrardan ziyade hücum ederdi ve derdi: “Hürriyet ve Kanun-u Esasî’yi otuz sene evvel kabul ettiği için fenadır.” İşte yahu, Sultan Abdülhamid’in mecbur olduğu istibdadını hürriyet zanneden ve Kanun-u Esasî’nin müsemmasız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur? Belki böyle diyenler öyledirler.
Hem de yirmi senelik İslâmiyetin bir fedaîsi de demiştir: “Hürriyet, Rahman olan Allah’ın bir hediyesidir. Çünkü, o imanın hâssasıdır.” [Arabî ibarenin meali] (HÂŞİYE-2)
HÂŞİYE-1: Haymenişinler tarafından sorulmuş. Yani göçebe, siyah çadırlı bedevîlerin suâlidir.
HÂŞİYE-2: Güzel bir tarif.
Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, s. 178
LÛGATÇE:
Ahrar: hürriyetçiler; Meşrutiyet devrindeki bir siyasî akımın ismi.
anka-meşrebâne: anka kuşu gibi tokgözlülük, kanaatkârca tavır.
Bolşevizm: Komünizm, sosyalizm.
hâssa: özellik.
ibahe mezhebi: dinî emirlerin ve ahlâkî kuralların bağlayıcılığını kabul etmeyip her şeyi mübah görenlerin gittiği yol.
intâc etmek: netice vermek, doğurmak.
kùt-u lâyemut: ölmeyecek kadar az yiyecek.
küfüv: denk; yakışan.
mehasin: güzellikler, hüsünler.
müsemmasız: ismi olup kendisi olmayan.