REMİZ
Kardeşlerim!
Nefsin en mühim bir hastalığı da şudur ki: Küllü cüzde, büyüğü küçükte görmek istiyor. Göremediği takdirde red ve inkâr eder.
Meselâ, küçük bir kabarcıkta, güneşin tamamıyla tecelliyatını ister. Bunu göremediği için, o kabarcıktaki cilvenin güneşten olduğunu inkâr eder. Halbuki şemsin vahdeti tecelliyatının da vahdetini istilzam etmez.
Ve keza, delâlet etmek tazammun etmeyi iktiza etmez. Meselâ, kabarcıktaki güneşin cilvesi, güneşin vücuduna delâlet eder, fakat güneşi tazammun edemez, yani içine alamaz.
Ve keza, bir şeyi bir şeyle tavsif edenin o şeyle muttasıf olması lâzım gelmez. Meselâ şeffaf bir zerre şemsi tavsif eder, fakat şems olamaz. Bal arısı Sâni-i Hakîm’i vasıflandırır, amma Sâni’ olamaz...
REMİZ
Arkadaş!
Küfür yolunda yürümek, buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli ve daha tehlikelidir.
İman yolu ise suda, havada, ziyada yürümek ve yüzmek gibi, pek kolay ve zahmetsizdir.
Meselâ, bir insan, gövdesinin cihat-ı sittesini güneşlendirmek istediği zaman, ya bir Mevlevî gibi dönerek gövdesinin her tarafını güneşe karşı getirir veya güneşi o mesafe-i baîdeden celb ile, gövdesinin etrafında döndürecektir. Birinci şık, tevhidin kolaylığına misaldir; ikincisi de, küfrün zahmetlerine misaldir.
Sual: Şirk bu kadar zahmetli olduğu halde ne için kâfirler kabul ediyorlar?
Cevap: Kasden ve bizzat kimse küfrü kabul etmez. Yalnız, şirk heva-i nefislerine yapışır; onlar da içine düşer, mülevves, pis olurlar. Ondan çıkması müşkülleşir.
İman ise kasden ve bizzat takip ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır.
REMİZ
Arkadaş!
Bir kelime-i vâhidenin işitilmesinde bir adam, bin adam birdir. Yaratılış hususunda da kudret-i ezeliyeye nisbeten bir şey bin şey birdir, nevi ile ferd arasında fark yoktur.
REMİZ
Arkadaş!
Bütün zamanlarda, bütün insanların maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin için nâzil olan Kur’ân’ın, harikulâde haiz olduğu camiiyet ve vüs’at ile beraber, tabakat-ı beşerin hissiyatına yaptığı müraat ve okşamalar, bilhassa en büyük tabakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehmini okşayarak tevcih-i hitap esnasında yaptığı tenezzülât, Kur’ân’ın kemal-i belâgatine delil ve bâhir bir bürhan olduğu halde, hasta olan nefislerin dalâletine sebep olmuştur. Çünkü zamanların ihtiyaçları mütehaliftir. İnsanlar fikirce, hisçe, zekâca, gabavetçe bir değildir. Kur’ân mürşiddir. İrşad umumî oluyor.
Bunun için, Kur’ân’ın ifadeleri zamanların ihtiyaçlarına, makamların iktizasına, muhatapların vaziyetlerine göre ayrı ayrı olmuştur. Hakikat-i hâl bu merkezde iken, en yüksek, en güzel ifade çeşitlerini Kur’ân’ın her bir ifadesinde aramak hata olduğu gibi; muhatabın hissine, fehmine uygun olan bir üslûbun mizan ve mirsadıyla Mütekellim’e bakan, elbette dalâlete düşer.
Mesnevî-i Nuriye, s. 91