Her kim kendisini Allah’a mal ederse, bütün eşya onun lehinde olur; ve kim Allah’a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhine olur. Allah’a mal olmak ise bütün eşyayı terk ve her şeyin O’ndan olduğunu ve O’na rücû ettiğini bilmekle olur.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Cenab-ı Hakk’ın sana in’am ettiği vücud ile, vücuda lâzım olan şeyler, temlik suretiyle değildir; yani, senin mülkün ve malın olup, istediğin gibi tasarruf etmek için verilmemiştir. Ancak o gibi nimetlerde Allah’ın rızasına muvafık tasarruf edilebilir.
Evet, bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muvafık olmayacak derecede yemeklerde ve sair şeylerde israf edemez.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Gözleri küsuf tutmuş bazı adamlar, gözleri önünde vukua gelen gayr-i mahdud hususî haşr ü neşirleri kör gözleriyle gördükleri halde kıyamet-i kübrayı ve haşr-i umumiyeyi nasıl istiğrab ediyorlar? Acaba çiçek açıp semere veren ağaçlarda her sene icad edilen meyvelerin haşr ü neşirlerini gördükten sonra, haşr-i umumîyi istib’ad eden sıkılmaz mı? Eğer onlar şuhudî bir yakîn ile haşr-i umumîyi görmek isterlerse, akıllarını da beraber bulundurmak şartıyla, yaz mevsiminde küre-i arz bahçesine girsinler. Acaba ağaç dallarından sallanan o tatlı, ballı, nazif, latif kudret mu’cizeleri, o mahlûkat-ı latîfe, evvelkisinin, yani ölüp giden semeratın aynı veya misli değil midir?
Eğer insanlarda olduğu gibi o meyvelerde de vahdet-i ruhiye olmuş olsa idi, geçmiş ve gelen yeni meyveler birbirinin aynı olmaz mıydı? Fakat ruhları olmadığı için, aralarında ayniyete yakın öyle bir misliyet vardır ki, ne aynıdır ve ne de gayr keyfiyeti gösterir. Acaba semerattaki bu vaziyeti gören, haşri istib’ad edebilir mi?
Ve keza, manevî asansörler ile, lâzım olan erzak ve gıdalarını ağacın yüksek dallarına çıkartmakla, tebessümleriyle arz-ı didar eden dut ve kayısı gibi meyveleri kuru ve câmid bir ağaçtan ihraç ve icad etmekle o kuru ağacı acib bir vaziyete ve hayattar antika bir şekle koyan kudret-i ezeliyeye haşr-i umumî ağır gelir mi? Hâşâ! Bu latif, nazik masnuatı o kuru ağaçlardan ihraç eden kudrete hiçbir şey ağır gelmez. Bu bedihî bir meseledir; fakat gözleri kör olanlar göremiyorlar.
Mesnevî-i Nuriye, s. 121
LÛGATÇE:
bedihî: İspatı gerektirmeyecek kadar açık, belli, âşikâr.
câmid: Ruhsuz, cansız.
haşr-i umumî: Yaratılan bütün varlıkların kıyamet gününde tekrar diriltilip toplanmaları.
haşr ü neşir: Dirilip toplanıp dağılma, toplanıp yayılma.
i’lem eyyühe’l-aziz: Ey aziz kardeşim, bil ki!
istib’ad etmek: Akıldan uzak görmek.
istiğrab: Garip bulmak, şaşırmak ve hayret etmek.
küsuf: Güneş tutulması.
rücû: Dönme, geri dönme.
şuhudî: Açıkça, gözle görür derecede.
yakîn: Kesin bilme, şüpheden sıyrılarak son derece doğru ve kuvvetli bilme.
vahdet-i ruhiye: Ruha ait teklik; bir ve tek ruhun olması.