Cevap: Onların bir kısmı sizin gibi tahkiksiz, taklit ile İslâmiyet’in zevâhirini bilirler. Taklit ise, teşkikat ile yırtılır. O hâlde bazılarına –bahusus dinde sathî, felsefe ile mütevaggıl olursa– dinsiz dediğiniz vakit, ihtimal ki tereddüde düşüp, mesleği İslâmiyet’ten hariçmiş gibi vesveselerle, “Herçi bâd âbâd” diyerek me’yusâne, belki muannidâne İslâmiyet’e münâfî harekâta başlar. İşte ey bîinsaflar! Gördünüz, nasıl bazı bîçarelerin dalâletine sebep oluyorsunuz. Fena adama “iyisin, iyisin” denilse iyileşmesi, ve iyi adama “fenasın, fenasın” denildikçe fenalaşması çok vuku bulmuştur.
Sual: “Neden?”
Cevap: Faraza bazılarının altında büyük fenalıkları varsa da hücum edilmemek gerektir. Zira çok fenalık vardır ki iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça ve ondan tegafül edildikçe mahdut ve mahsur kaldığı gibi sahibi de perde-i hicap ve hayâ altında kendisinin ıslahına çalışır. Lâkin vakta ki perde yırtılsa, hayâ atılır; hücum gösterilse, fenalık, fena tevessü eder. Ben Otuz Bir Mart Hâdisesinde şuna yakın bir hâl gördüm. Zira İslâmiyet’in Meşrûtiyetperver ve hamiyetli fedaîleri, cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i Meşrûtiyeti Şeriata tatbik ile, ehl-i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad ve nâm-ı mukaddes-i Şeriatı Meşrûtiyet kuvvetiyle ilâ ve Meşrûtiyeti Şeriat kuvvetiyle ibka ve bütün seyyiat-ı sabıkayı muhalefet-i Şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra sağını solundan fark edemeyenler –hâşâ– Şeriatı istibdada müsait zannederek tutî kuşları taklidi gibi “Şeriat isteriz!” demekle hakikî maksat ortada anlaşılmaz oldu. Zaten plânlar serilmişti. İşte o zaman, yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte cây-ı ibret bir nokta-i siyah!..
[Arabî ibarenin meali: “İşte bu nokta yüzünden himmet oturmuş, ayağa kalkamamıştır. Şüphesiz, art niyetlerin gürültüsü, hürriyet musıkîsinin sadasını bozmuştur. Meşrûtiyet sadece ismiyle az bir kısım insanlara inhisar ettirilmesi yüzünden, şerefinin asıl koruyucuları ondan ayrılarak çekilmişlerdir.”] (HAŞİYE)
HÂŞİYE: Gitme, dikkat et. Âlî himmet olanlar o hâdisede sükût ettiler. Garazkâr cerideler, hakikî hürriyetin sadasını susturdular. Meşrûtiyet pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârları da dağıldılar.
Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarat, s. 190
***
Medrese-i Yusufiye Mektupları
Ömür sermayesi pek az, lüzumlu işler pek çok
Dördüncü Mesele
Yine Gençlik Rehberi’nde izahı var. Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki: “Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti aynı hal) (HÂŞİYE) hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun? Halbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camiyi bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?” dediler.
Cevaben dedim ki:
Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedahil daireler gibi, her insanın kalp ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar birbiri içinde daireler var. Her bir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var ve en büyük dairede, en küçük ve muvakkat, ara sıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile, küçüklük ve büyüklük makusen mütenasip vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle, küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp, lüzumsuz, mâlâyânî ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder, o kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalarını merak ile takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur, onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.
Birinci noktaya cevap ise:
Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i amme dâvâsından daha ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dâvâ açılmış ki her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.
HÂŞİYE: Parantez içindeki not 1946 senesine aittir.
Şuâlar, On Birinci Şuâ, s. 226
LÛGATÇE:
âfâkî: Ciddî ve belli bir konu üzerinde olmayan, rastgele, dereden tepeden.
Harb-i Umumî: Dünya Savaşı (metinde İkinci Dünya Savaşı).
herc ü merce getirmek: Karmakarışık duruma getirmek, altüst etmek.
küre-i arz: Dünya.
makusen mütenasip: Ters orantılı.
mâlâyânî: Manasız, faydasız.
mukadderat: Allah tarafından takdir edilenler, kader.
muvakkat: Geçici.
mütedahil: İç içe geçmiş.
şerik: Ortak.
zîhayat: Hayat sahibi.