Bugünlerde biri Risaletü’n-Nur Talebelerine, diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum.
Birinci Mesele: Birinci Şuâda, iki üç ayetin işârâtında Risaletü’n-Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım. Lillâhilhamd, iki emare birden kalbime geldi.
Birinci Emare: İman-ı tahkikî, ilme’l-yakinden hakka’l-yakine yakınlaştıkça, daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: “Sekerat vaktinde, şeytan, vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir.” Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe hem ruha hem sırra hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.
Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir. İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle, bürhânî ve Kur’ânî bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla hakka’l-yakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilme’l-yakin ile hakaik-ı imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol Risaletü’n-Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü’n-Nur hakaik-ı imaniyeye muhalif olan yolları gayr-i mümkün ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.
İkinci Emare: Risaletü’n-Nur’un sadık şakirdleri, hüsn-ü akıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.
Ezcümle, Risaletü’n-Nur’un bir hâdimi ve bir tek şakirdi, yirmi dört saatte, Risaletü’n-Nur talebelerinin hüsn-ü akıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risaletü’n-Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü akıbetlerine ve imanla kabre girmelerine aynı duayı en ziyade kabule medar olan şerâit içinde ediyor.
Hem Risaletü’n-Nur’un talebeleri bu zamanda, her cihetten ziyade hücuma maruz olan iman hususunda birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, masum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza, mecmuu itibarıyla reddedilse, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selâmet-i iman ile kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü her bir dua umuma bakar.
Kastamonu Lahikası, 12. mektup, s. 41
LÛGATÇE:
bürhânî: bürhana, delil ve ispata dayanarak.
hakaik-ı imaniye: iman hakikatleri.
hakka’l-yakin: bizzat yaşamak suretiyle, kesin olarak ve en yüksek seviyede bilme.
ilme’l-yakin: ilim yoluyla kesin olarak bilme.
iman-ı bilgayb: gayba, görünmeyene inanmak.
imtizac: bileşik hale gelme, kaynaşma.