(Bizim Radyo dinleyicileri tarafından da büyük ilgi gören o röportajı gazete okuyucularımız için derledik)
Tevafuk diyelim. Mehmet Tanrısever ile tanışmamız da tevafuk… Ben kendimi fiziksel olarak Said Nursî’ye benzetmemiştim. Mehmet beyler de benzetmediler. Aslında kendisine benzer bir oyuncuyla görüşmüşler ve onun oynamasına karar vermişlerdi. Ben oraya Mehmet Uyar ile misafir olarak gitmiştim. Halk Flim’in yapımcısı Nazif Tunç tavsiye etmiş, eğer iki üç oyuncu birden oynarsa gençlik dönemini benim oynamam adına... Maneviyat konusunda benim anlayabileceğimi, çözebileceğimi iddia etmişti Mehmet Uyar ve Nazif Tunç.. O vesile ile ziyarette tanıştık kendileriyle.. Bir sonuç da alınmadı zaten bir hafta sonra tek bir oyuncunun oynayacağı söylendi.
Yok bunları pek fazla anlatmadım. Beni bu filme götüren olayları kendime saklıyorum. Çok fazla bahsetmiyorum. Özellikle medyada… Çünkü bir şeyin bana getirisi ne olursa olsun maneviyat benim için çok önemli. Söyleyeceğim özel şeylerden birtakım insanlar bir ders, ibret alacaksa onlara bir katkısı olacaksa onlara söylerim. Yoksa bahsetmemin hiçbir anlamı yok.
Sizin tabiriniz ile “her oyuncuya nasip olmayacak bir rol’’dü. Peki, filme nasıl hazırlandınız? Ve hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu?
İnsanoğlunu
tarif eden “üç ben”
Allah’ın yardımıyla oldu, diyeyim size... 4 ay boyunca okudum. Sabah işe gider gibi, Mert Çelik Fabrikasına gidiyordum bazen kalıp gece senaryo çalışması yapıyorlardı Mehmet Bey ve senaristler… Benim de aralarında bulunmamı istiyorlardı. Onlarla birlikte oturup birçok eserini okumaya çalıştım. Birçoğunu anlayamadım, yardım rica ettim. O dönemler Üstad’ın eski öğrencileri ile tanışmak istediğimi dile getirdim, Üstadın fizikî yapısı ve hareketleri hakkında bilgi almak adına... Yani, elini nasıl koyar, nasıl yürür, nasıl döner, yani özel bir duruşu var mıdır? diye bunlarla ilgili teknik çalışma yapmak istedim, ama böyle bir imkânım olmadı açıkçası. Bol bol resimlerine baktım. Bir kere eserlerini kısmen anladım, tabiî ki yabancı olduğumuz için... Genelde Said Nursî için yazılmış roman tarzı kitaplar okudum.. Yaşamış olduğu olaylar hep gözümün önündeydi, sürekli bunları canlandırıyordum. Sanırım bakışını hissettim ... Üstadın bir sözü var; üç ben var diye insanoğlunu tarif ediyor aslında... Birincisi yaratılıştan olan ben, zavallı, aciz, nefsine yenilen, nefsi ile sürekli savaş vermesi gereken ben. İkincisi karakterize olmuş ben, yani bundan olma bundan doğma, şunlardan hoşlanır bu bölgede yetişmiştir, fizikî görüntüsü şudur, şunlara sinirlenir tarzında karakterize olmuş ahlâkıyla, duruşuyla, kişiliğiyle olan ben. (3. olarak) Ama bir ben var ki o bende beğendiğiniz; işte o, ben değilim, o Kur’an’ın ölçüleriyle şekillenen bir kişiliktir, ne kadar güzellik varsa Kur’ân’a aittir. Kitabı okurken, hattâ yönetmen yardımcısı ile aynı odadaydık, muhteşem etkilendim... Nasıl anlatayım size, elim ayağım titremeye başladı.. O benim için son sözdü. Bundan daha ötesi yoktu... Bir an bir perdenin kalktığını gördüm ve kitabı “çat!” diye kapattım... Döndü bana baktı, ben hazırım gidelim çekelim ben oynayacağım dedim.
Çok etkileyici..
Evet, o an çok çok muhteşemdi!..
Başka neler değişti hayatınızda? His ve düşünce dünyanızda?
Benim öncesinde değişmeye başlamıştı. Çok fazla özele girmemeye çalışıyorum. Şimdi kul bir adım atmazsa hiç bir şey olmaz, galiba nasip oldu, onun üstüne bende birtakım değişiklikler olmaya başladı ve arkasından bu film nasip oldu.
Peki, filmin gösterimi sırasında ve sonrasında meydana gelen tartışmaları, tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Onca eleştiriye
rağmen film başarıya ulaştı; çünkü bu bir ilkti’’
Benim Üstadı tanımış olan şahsiyetlerle, ağabeylerle tanışamama gibi bir kaygım vardı. Rolü daha iyi oynayabilmek adına onu tanıyan insanlarla konuşma ihtiyacım karşılanamamıştı. Galiba sebeplerden birisi de buydu. 4 ay boyunca sürekli Mehmet Bey’in yanındaydım. Senaryodaki bazı noktalara dair eleştiriler oldu... Ama galiba bir ilk olmasının sancısı vardı ve en sonunda çıkan senaryo, çekilen film dışarıdan olmama rağmen bence başarıya ulaştı çünkü bu bir ilkti…
Filme yönelik o kadar eleştiriye rağmen…
Yani şimdi bunların da hesap edilmesi lâzım, Mehmet bey çok büyük bir stresten geldi aslında şimdi iplerin ucunu birleştirelim, Mehmet bey bu filmi çekmeye teşebbüs etmekle büyük bir cesaret gösterdi gerçekten. İkincisi, oyuncu konusunda ben bütün izleyicilere hak veriyorum ve onları hep hoş gördüm. Benim adım, benim oynayacağım söylendiği zaman birçok cemaatten de çok değişik tepkiler aldım. “Ya başka kimseyi de bulamamışlarmı ki, bu kişi bu şahsiyeti oynuyor!..” diyenler oldu. Onları hep haklı görüyordum yani problem yok... Gerçekten zor bir iş, altından kalkılması çok zor olan bir işti bu. Mehmet bey’in de benim işim de oldukça zor idi. Her taraftan tabiî ki bir sürü eleştiri gelecekti ki, filmden sonra da sanırım buna benzer şeyler oldu. Ama ben tartışmaya sebebiyet verecek konuları didiklemek yerine birleştirmeye yönelik bilgilerin alınmasını daha çok arzu ederdim.
Şunu ekleyebilir miyim? Bu film, kış sahneleri de dahil olmak üzere hepsi yazın çekildi ve ben o kostümlerle hiç terlemedim. Otursun da bir insan, bir oyuncu düşünsün… Hiç terlemedim, hiç sıkıntı çekmedim o kostümlerin içerisinde biliyor musunuz?
İlginç!
Çok ilginç, düşünmek gerekiyor!..
Peki, bir oyuncu olarak tv ekranlarındaki dizi furyasını ve Türk dizilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Takip ediyor musunuz? Eminim şöyle göz ucuyla da olsa bakıyorsunuzdur diye düşünüyorum?
Açıkçası 2-3 yıldır pek fazla tv açmıyorum, ama nelerin olduğunu biliyorum. Haberleri fazla dinlemek istemiyorum, siyasetten pek fazla hoşlanmıyorum. Çünkü bu ülkede birçok şey hep yanlış yerleşmiş. Ne yazık ki, insanlar sürekli birbirlerine engel çıkarmakla meşguller. O esnada insanlar kaybettikleri zamanın farkında değiller. Sürekli birbirimize sıkıntı oluşturuyoruz, medyada sürekli insanların psikolojisini bozacak haberler veriliyor ve düşünen bir beyin artık acı çekmeye başlıyor. Daha çok belgesel tarzı sakin programları izliyorum. Özellikle reklamlardan mümkün mertebe uzak kalmaya çalışıyorum.
TV dizilerinin etkileri ile devam edecek olursak, dizilerin toplum üzerinde, özellikle gençler ve çocuklar üzerinde büyük bir etkisi var, sizin bu konudaki düşünceleriniz nedir?
Sadece dizilerin mi? Bütün medya, bütün programlar, sinema, görsellik, radyo... Çünkü bizde okuma alışkanlığı çok az, hattâ yok denecek kadar.. Ne yazık ki, bu insanlar çok fazla arzu etmedikleri hâlde sadece bir TV’ye mahkûmlar ve medya çok büyük bir silah, hem de muhteşem bir silah... Bizim filmimizde bir yerde geçiyor. “İyi yapılırsa ondan daha güzel bir şey yoktur ve kötü yapılırsa ondan daha tehlikeli bir şey yoktur” Şu anda baktığımız zaman iyilik adına yapılanlardan kat be kat fazlası kötülük adına yapılıyor. Zaten bizler nefsi ile savaş içinde olan insanlarız. Şimdi düşünelim hep beraber; diyoruz ki biz de bir nefis var ve bu nefsi yenmek, ıslah etmek durumundayız değil mi? İslâmiyet böyle söylüyor değil mi? Hepimiz elhamdülillah Müslümanız, Müslüman bir ülkeyiz diyoruz... Şimdi bununla birlikte siz sürekli nefse yönelik birtakım çalışmalar yapıyorsanız medyada, o zaman kime uşaklık etmiş oluyorsunuz? İnsanların nefsini kontrol altında tutmalarına engel olmaya çalışıyorsunuz!.. O zaman düşünüyorsunuz; bu kimlerin elinde? Bu bilinçli bir şekilde ve insanlar farkında olmadan yapılıyor. Değerlerimizde bir kan kaybı söz konusu... Millî ve manevî değerlerimiz sürekli kan kaybediyor, yani nereye doğruya gidiyoruz buna bakmak gerekiyor. Yani iyi yaparsanız iyi, kötü yaparsanız kötü olur; o zaman neden birtakım ağabeylerimiz yatırımlar yapmıyorlar, bu tarafa yönelmiyorlar? Mesela yabancı filmler... Ben birçok filmi takip ediyorum. TV seyretmiyorum ama, aşırı derecede film izliyorum. Bazı meclislerde ağabeylerimize, arkadaşlarıma söylüyorum, “Seyretmiyoruz” diyorlar. Ben de diyorum ki, “Seyredin” ve neyle vurulduğunuzu görün, bilin... Örnek olarak veriyorum, Conan diye bir film yaptı bazı insanlar. Filmde Conan çıkıyor bir hırsızın canını kurtarıyor.
Hırsız diyor ki, “Ey Conan, bana ihtiyacın olursa beni hırsızlar şehrinde bulabilirsin sana yardım edebilirim!” Conan birini kurtarmak için gidecek, bir de adama ihtiyacı var. Hırsızlar şehrine geliyor, Nemrut heykellerinin önünden geçiyor, sonra hırsızlar şehrini görüyor camiler karşıda ve kamera, yukarıdan Galata Kulesi’nden aşağıya doğru Conan’a doğru geliyor ve pisliğin ahlâksızlığın deli gibi olduğu bir mekana giriyor…
Şimdi bakar mısınız, bu sahnede nasıl bir mesaj veriyorlar? Bilinçaltına ne yazıyorlar? Adamlar milyonlarca dolar para harcıyorlar, profesyonel bir şekilde muhteşem görselliğe sahip, ilgi ve alâka çekecek bir film yapıyorlar. Ve bahsettiğim sahnelerdeki gibi “bilinç altı” mesajları da izleyicilere yediriyorlar. Ve insanlarda, biz de yiyoruz, öyle değil mi? Ama hayır, ben yemiyorum! Ben istiyorum ki, kimse yemesin... İşte onun için hamiyet sahibi birtakım insanların, zenginlerin bu konuda yatırım yapmaları, film ve sinema sektörünü kuvvetlendirmeleri gerekiyor. Eğer onlar öyle yapıyorlarsa, biz de doğrusunu yapalım ve insanlara tercih hakkı sunalım. İzleyiciye tercih hakkı verilmezse; ahlâksızlığa, aile değerlerini tahrip etmeye, bölücülüğe yönelik işler bolca yapılırsa ister istemez toplum seyretmek zorunda kalacak.
Seçme şansı olmadığı gibi subliminal [bilinçaltı] mesajlar da kol geziyor reklamlarda ve dizilerde, hattâ çizgi filmlerde... Çocukların bilinçaltına neler yerleştiriliyor, maalesef farkında bile değiliz.Bunlar kanıtlandı. Görüntü ve ses altına bilinç altına yönelik gizli mesajlar yerleştirilebiliyor. Böyle bir teknoloji var. Bakar mısınız ya!.. Bunlar biliniyor ve hâlâ oturuyoruz, hiçbir girişimde bulunmuyoruz. Nasıl olur böyle bir şey!..
Sanatçılık hayatımın ilk zamanlarında kafamda soru işaretleri oluşmaya başlamıştı. Siz bu ülkenin sanatçısısınız, yani toplum içinsiniz. Sanatçı önce kendisini yetiştirir, sonra toplum için, kültür için, değerler için, hak için savaş verir, değil mi? Ama onların, camiadaki diğer sanatçıların savunduğu haklar çok ilginç!.. “Yani sen neyi savunuyorsun!” diye bana bazen tepki veriyorlar. E peki, biz Müslüman bir ülkeyiz, hani sanatçı her rolü oynardı? Yani sizin her rolü oynardan kastınız sadece soyunmak mı? “Al ödülü, bravo sana, tebrik ederim, alkış!.. Halk da bunu seyretsin böyle mi? Buna müsaade etmesinler.
Dizilerden söz açmışken, Üstadın hayatı ile ilgili bir dizi film çekilebilir mi? Hattâ bu konuyu Yeni Asya gazetesi yazarlarından Faruk Çakır köşesinde dile getirdi. Ortada çok fazla kötü örnek var gerçekten. “Neden böyle bir dizi çekilmesin ve yine neden iyi bir örneğin hayatı dizi filmi olmasın?” diye düşünmeden edemiyor insan.
Tabiî ki, böyle bir dizinin paralelinde aynı dönemdeki olaylar da gündeme getirilirse yakın tarihe dair daha doğru bilgilere sahip olabilir toplumumuz. Tabiî gerçekler Üstadın söylediği gibi “asla incitilmemeli.” Yani bütün gerçekliği ile yer almalı. Bir kere biz sinema filmimizde, büyük bir hayatı Urfa kısımları hariç en son Barla’ya kadar getirip bıraktık. Vakit yetmiyor bir dizi olduğu takdirde sürükleyiciliği olacak çünkü bilmeyene de hitap edecek. Bizimki bir ilk adımdı. Bu açıdan Mehmet bey’e teşekkür edilmeli.
Bediüzzamanın hayatına dair bir dizi film yapılmasının gençlere ve insanlığa iyi bir örnek olacağını, hattâ “Türkiye’nin itibarını kurtaracağını” yazmıştı Faruk Çakır.
Benim ilk vazifem oyunculuk, üzerimize düşen bir vazife varsa seve seve yerine getiririz. Bundan sonrası yapımcılarımıza, kanallara kalmış. Madem bu medya savaş meydanı, o hâlde bu meydan da savaşacak erler yetişmeli! Bu konuda çok az insan çok ciddî bir şekilde mücadele veriyor. Her gün cephedeyiz. Hattâ bazen cepheye bile alınmıyoruz. Yeni savaşçılar yetiştirmemiz gerekiyor. Buna son derece ihtiyacımız var.
Bu arada, iyi örnekler, yeni erler yetişsin diye oyunculuk eğitimi verme konusunda bir takım planlarım var, onu da belirteyim.
Programımıza katıldınız; Bizim Radyo’ya ve Serender programına renk kattınız. Çok teşekkür ediyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Çok teşekkürler, sağolun.
FEYZA ÇİĞDEM TAHMAZ