"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Harf devriminin hedefi İslâmın nüfuzunu kırmaktı

11 Haziran 2012, Pazartesi
“Cumhuriyet döneminde özellikle Kemalist rejimin gücünü konsolide ettiği 20’lerin sonu ve 30’ların başında, toplumda İslâmın nüfuzunu kırmak için öz Türkçenin kullanılması dolaşıma sokuldu. Bu bağlamda Lâtin alfabesinin kabulü bir milâttır.”
TÜRKÇÜLÜK BATIDAN ETKİLENDİ
“Etnik, ırkî ve kavmî bir kavram olarak Türklük, Müslüman Anadolu topluluklarının kendilerini tanımladığı bir kimlik olmaktan uzak. Türk milliyetçiliği fikriyatı ve Türk millî kimliği inşa süreci Batıda zuhur eden milliyetçilik akımlarından etkilendi.”
 
İTTİHATÇILAR SOSYAL DARWİNİST
“20. asrın güçlü ve zayıf kavimler arasında sürekli bir savaş asrı olduğu ve bu savaş sonunda hayatta kalan kavimlerin kendi millî haklarına sahip olacakları gibi bir ilke üzerinde yükselen Sosyal Darwinizm İttihatçılığın da önemli bileşenlerinden biri.”
 
Latin alfabesinin kabulü İslâmın nüfuzunu kırmak açısından milattır
 
Türkiye’de geçtiğimiz hafta önemli bir buluşmaya sahne oldu. Başbakan ve muhalefet partisi başkanı bir araya gelerek Kürtlerin Hak Sorunu üzerine siyasî ve sosyal bir plan yapılması gerekliliği üzerine durdular. MHP ise hangi amaçla olursa olsun bu çalışmaya katkıda bulunmayacağını dile getirdi. Biz de Türkiye’ye bedeller ödetmiş olan milliyetçiliğin ya da ırkçılığın temellerini merak ettik. “Türkün Büyük ve Biçare Irkı-Türk Yurdu’nda Milliyetçiliğin Esasları” kitabının yazarı Ümit Kurt′la konuştuk. Türk Yurdu dergisindeki yazıları inceleyen Kurt′la Cumhuriyetten önce başlayan milliyetçilik akımının cumhuriyetle nasıl evrildiğini ve esaslarını anlamaya çalıştık. Kurt “Ancak hepimiz biliyoruz ki İslâm nezdinde Kürt de Türk de birdir, eşittir. Öbür türlüsü İslâm′ı kavmî ve ırkî bir din haline getirir ki bu da İslâm’ın doğasına aykırıdır.” diyor.
 
“Türk milliyetçiliği” fikri Anadolu topraklarında yaşayan insanların kendi geliştirdikleri bir kavram mı, yoksa Batıda geliştirilen milliyetçilik akımının bir yansıması mı?

Kendi çalışmam ekseninde cevap vermem gerekirse bilhassa 20. yüzyılıın ilk çeyreğini düşündüğümüzde Anadolu topraklarının genelde “Türk  milliyetçiliği” fikrine oldukça yabancı olduğunu söylemek mümkün.  Etnik, ırkî ve kavmî bir kavram olarak Türklük, Müslüman Anadolu topluluklarının kendilerini tanımladığı bir kimlik olmaktan bir hayli uzak. Türk Yurdu’nda bu dönemde (1911-1916) incelediğim birçok metinde bunun izlerini görüyoruz. Bu bağlamda “Türk milliyetçiliği” fikriyatının ve Türk millî kimliği inşa sürecinin Batı’da zuhur eden milliyetçilik akımlarından ziyadesiyle etkilendiği bir vakıa. Millet, millî mefkûre, milliyet ve millî kimlik gibi kavramlar Türk Yurdu’nda entelektüel mesai harcayan münevverlerin Batı’dan öğrendikleri kavramlar. Bir örnek vermem gerekirse, Türk Yurdu’ndaki bir yazısında Ahmed Ağaoğlu “millet ve milliyet” nosyonlarının tanımını yaparken Fransız filozof ve yazar Renan’ın 1882’de yaptığı tanımı referans noktası olarak alır.
 
Türk milliyetçiliği Osmanlı’nın parçalanışına bir çözüm arayışı mı? Bu çözüm arayışı abartıldı mı?

Bu soruya determinist bir mantıkla yaklaşarak neden-sonuç ilişkisi üzerinden cevap vermek istemem. Şurası muhakkak ki Türk milliyetçiliğinin palazlandığı tarihsel bağlam ve çerçeve Osmanlı gibi çok dinli ve etnisiteli bir imparatorluğun çöküş dönemine denk düşer. Ancak Türk milliyetçiliğinin tarih sahnesine çıkışının kendine özgü tarihsel dinamikleri var. Pek tabiî bu tarihsel dinamikler imparatorluğun parçalanışından etkilendi ve bu süreç Türk milliyetçiliğine farklı bir karakter kazandırdı. Malûmunuz devletin bekası ve imparatorluğun kurtarılması düşüncesi Osmanlı-Türk aydınlarının ve siyasetçilerinin yegâne amacıydı. Bu doğrultuda imparatorluğu bir arada tutmak ve parçalanışını önlemek saikiyle Osmanlıcılık, İslâmcılık ve nihayetinde Türkçülük gibi çeşitli fikir akımları denendi. Ve son tahlilde Türkçülük ağır bastı. Türkçülük ile sonuçlanan bu çözüm arayışının özellikle imparatorluğun çok dinli ve çok kavimli yapısı göz önüne alındığında pek de olumlu getirileri olmadığını düşünüyorum. Bütün bir gayri-müslim nüfusun imparatorluk bünyesinden kopması veya kopartılması bağlamında konuya yaklaştığımızda bu çözüm arayışının ifrata kaçtığını söylemek mümkün.
Osmanlının parçalanışına çare olarak Milliyetçilik dışında başka bir çözüm arayışı var mıydı? Bu konu da ne tür tartışmalar yaşanıyordu?

Yukarıda da ifade ettiğim gibi farklı fikriyatlar devreye sokuldu. Ancak ne imparatorluğun bütün unsurlarını Osmanlıcılık adı altında bir vatandaşlık bağıyla bir arada tutmak projesi ne de İslâmcılık düşüncesi Osmanlının parçalanışına çare oldu. Bağımsızlık faaliyeti yürüten Rum, Ermeni ve Bulgar cemaatlerinin yanı sıra, Arnavutluk’ta başlayan ayaklanmalarla birlikte Müslüman unsurların bile imparatorluktan ayrılma teşebbüsleri artık gizlenemeyecek hâlâ gelmişti. Bu durum karşısında kendini imparatorluğun aslî unsuru sayan Türkler kendilerini tehdit altında ve milliyetçilik yarışında “geri kalmış” hissediyorlardı. 1912-1913 yılları arasında Balkanlar’daki toprakların kaybına paralel olarak, Arap milliyetçililerinin de çalışmalarını yoğunlaştırmaları Türk aydınlarını tedirgin etmiş, Türk milliyetçiliği yönelimi güçlenip yaygınlaşmıştır.,
 
Milliyetçiliğin dinle ilişkisi nasıldı?

Öncelikle şu teorik saptamayı yapmak isterim. Bütün ulus-devlet milliyetçiliklerinde ve özellikle Doğu Avrupa ve Balkan kökenli geç kalmış [Batı Avrupa’ya göre] milliyetçiliklerde millî kimliğin formasyonu ve inşası sürecinde din anahtar bir role sahiptir. Din, bu tür milliyetçiliklerin vazgeçilmez unsurudur. Bu saptama Türk milliyetçiliğinin özellikle yirminci yüzyıl erken dönem varyantı için de geçerlidir. İslâm, Türk millî kimliğinin oluşumunda merkezi ve hayatî bir rol üstlenmiştir. İslâm, Türklüğün ve Türk olmanın olmazsa olmazıdır. Bu bakış açısı söz konusu dönemde benim ele aldığım Türk Yurdu yazarlarının istisnasız bütününde görülen bir yaklaşımdır. Yalnız burada bir noktanın altını çizmem gerekiyor: Türk Yurdu’nda belirdiği kadarıyla Türklük İslâm’a göre Türk milliyetçiliğinin birincil/başat ögesidir. Her ne kadar İslâm onun mütemmiz cüzü sayılsa da Türklük, İslâm’a göre bu aydın grubu için daha hayatidir. Ancak bu hiçbir biçimde Türklük ve İslâmiyet arasında bir gerilimin ortaya çıkmasına cevaz vermez. Türk Yurdu’nda mesai harcayan entelijansiya açısında Türklük ve İslâm birbiriyle son derece uyumludur.
Din, Milliyetçiliği halka kabul ve etkin hale getirmek için mi kullanıldı?

Söz konusu dönemde incelediğim Türk Yurdu aydınları İslâm’ın, Türk millî mefkûresinin teşkilini destekleyecek en önemli payanda olduğunun farkındaydılar. Zira Anadolu halkı kendisini Türklük gibi hem etnik, hem kavmi hem de ırkî bir seküler kimlikle tanımlamıyordu. Onlar her şeyden evvel Müslüman, ehl-i sünnettiler. Dolayısıyla temel gayeleri Türklüğün İslâmı dışlamadığını aksine bu iki fikriyatın birbirini tamamladığını göstermekti. Bu nedenle 1911-1916 arası benim analiz ettiğim dönemde dergide Türklük ve İslâmiyeti birbirine telif etmeye çalışan ve İslâmın Türk’ün dini olduğunu ısrarla vurgulayan birçok yazı kaleme alındı. Aksi takdirde, evvel emirde kendini Müslüman olarak tanımlayan Anadolu halkına seküler bir kimliği kabul ettirmek bir hayli meşakkatli olurdu.
 
Öbür taraftan Türk Arapsız yaşayamaz da deniyordu. Bu ironik bir durum değil mi?
Bu söylediğinizin iki etnik grubun da aynı dine sahip olması bağlamında bir anlamı var. Ancak Türk Yurdu’nda benim değerlendirmeye aldığım dönem itibariyle Arap etkisi ciddî biçimde eleştiriye tabi tutulmuş. Bu nokta bilhassa dil konusunda bariz bir biçimde ortaya çıkıyor. Türklüğü tanımlayan başat unsur olarak Türkçenin, Türklerin İslâmiyet’e geçişiyle birlikte Arapça ve Farsça etkisiyle mahvolma derecesine geldiği dergide sürekli dile getiriliyor. Bunlara ek olarak İttihat ve Terakki Partisi’nin bu dönemdeki politikalarının Arapların muhayyilesinde Türklükle ilgili çok da güzel hatıralar bırakmadığını belirtmem gerekiyor.
 
Sosyal Darwinizmi savunanlar olduğunu söylüyorsunuz? Sosyal Darwinizmin politikalara yansımaları nasıl oldu?

Kuvvetin kanunların ve adaletin üstünde görüldüğü ve kuvvetli olan için kuvvetin bir hak olarak değerlendirildiği gibi bir bakış açısına dayanıyor Sosyal Darwinizm. 20. asrın güçlü ve zayıf kavimler-milletler arasında sürekli bir savaş asrı olduğu ve bu savaş sonunda hayatta kalan kavimlerin kendi millî haklarına tamamıyla sahip olacakları gibi bir ilke üzerinde yükseliyor. Batı Avrupa’da da bahsi geçen dönemde yaygın olan bir dünya görüşü bu. Bu dünya görüşünün milletler arasındaki ilişkilere de uygulanması aslında proto-faşizm ideolojinin izlerini bize gösteriyor. İttihatçı yaklaşımın önemli bileşenlerinden biri aynı zamanda Sosyal Darwinizm. Bunun yansımalarını İttihat ve Terakki Merkezi ve Partisi’nin daha çok gayri müslimlere yönelik politikalarında kristalize olduğunu söylemek mümkün. Buradaki temel felsefe şudur: Türk ırkı, milleti, kavmiyeti-nasıl adlandırırsanız adlandırın-imparatorluk bünyesindeki diğer milletlerden üstündür, güçlüdür ve bu nedenle hakim unsur olarak onları yönetme hakkına/hukukuna sahiptir.
 
Türkçeye milliyetçi anlamda getirilen kutsallık nasıl inşa ediliyor? Cumhuriyet dönemine yansımalarını nasıl oluyor?
Türk Yurdu’ndaki Türkçü münevverlerin Türkçenin Arapça ve Farsça’nın etkisinden kurtulması ve saflaştırılması adına büyük efor harcadıklarını görüyoruz. Zira söz konusu entelektüeller için bir insana milliyetini veren kökeni veya menşei değil; onun dilidir. Son tahlilde milliyeti tayin ve ifade eden olgunun dil olduğu kanaatine varmışlardır. Bu noktada seküler/dünyevî bir unsur olarak Türkçeye bu derece hayatî önem vermelerinin Türk milliyetçiliğinin modern ve seküler damarına işaret etmesi bakımından altının çizilmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkçeye atfedilen kutsallık esasında bir Türk’ün benliğini, düşüncesini, duygusunu, beşerî ve ruhî simasını teşkil eden hususlardaki etkisinin büyüklüğü noktasında belirir. Zira, Türk Yurdu dergisinde mesai harcayan aydınlara göre Türkçenin bizatihi kendisi hakikatte insandır ve dil insanları aralarında birleştirebilecek rabıtların en kuvvetlisidir. Cumhuriyet döneminde de bu vakıanın yansımalarına özellikle Kemalist rejimin gücünü konsolide ettiği ve toplumda İslâm’ın nüfuzunu kırmak amacıyla öz Türkçenin kullanılmasının dolaşıma sokulduğu dönemde şehadet ediyoruz. 1920’lerin sonu ve 30’lı yılların başlangıcından bahsediyorum. Bu bağlamda Lâtin alfabesinin kabulü bir anlamda milâttır. Cumhuriyetçi elitler Türk Yurdu’nun bıraktığı yerden devam etmişlerdir aslında. Zira, Türk Yurdu’na benim analiz ettiğim 1911-1916 arası dönemde katkıda bulunan birçok aydın, Kemalist rejimin kurucu ideolojisine meşrûiyet sağlamak adına kayda değer katkılar sağlamışlardır.
 
Cumhuriyeti kuran kadronun milliyetçiliği nasıl algılıyor, Türk Yurdu’nda tartışılanlardan farklı olan bir tarafları var mı?

Az önce de zikrettiğim gibi dergide mesai harcayan aydınların önemli bir kısmının Cumhuriyetin kurucu elitleri tarafından da kabul gördüğünü biliyoruz. Cumhuriyet rejiminin inşa etmeye çalıştığı tek bir etnik temele dayalı Türk modern ulus-devlet projesinin oluşturulmasında Türk Yurdu’nda ortaya konulan milliyetçi ideolojinin içeriğini teşkil eden birçok unsurun o dönemde işlevsel bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Bu minvalde belirgin bir düşünsel ve fikirsel süreklilikten söz etmek mümkün. Ancak tabiki burada göz ardı edemeyeceğimiz kopuşlar da var. Özellikle Cumhuriyet elitlerinin siyasî projelerine ideolojik destek ve meşrûiyet sağlamaya girişen “eski” Türk Yurdu aydınlarının bu yeni dönemde gerek Türkçülük ve İslâmiyet gerekse de ırk ve Panturanizm ile ilgili düşüncelerinde bariz farklılıklar var. Cumhuriyet’e geçişle birlikte Türk milliyetçiliğinin Kemalist varyantıyla karşılaştırmak bakımında örneğin şöyle bir iddiada bulunabilirim: Benim Türk Yurdu ekseninde ve 1911-1916 arası dönem özelinde gözlemlediğim, dergide yazan Türkçü aydınların laiklik anlayışının çok daha dünyevî ve seküler bir temele oturduğu ve dinin hiçbir biçimde devletin kontrolünde olmaması gerektiği yönünde fikirler öne sürmeleri. Bunun Kemalist Türk milliyetçiliğinin laiklik perspektifinden ciddî derecede farklılık arz ettiğini söyleyebilirim. Son bir nokta: derginin kendisinden ziyade Cumhuriyet elitlerinin zihin dünyasının aslında Türk Yurdu’nda oluşturulmaya çalışılan milliyetçi ideolojiyi etkilediğini görüyoruz. Zira, Cumhuriyet dönemindeki Türk milliyetçiliği hem Panturanizm hem de Panİslâmizmi dışlıyor. Oysa ki Türk Yurdu’nda her iki fikriyat da ciddî ciddî benimseniyor.
 
Bugün Ülkücüleri ya da MHP’yi CHP milliyetçiliğinden ayıran bir husus var mı, yoksa temelde ikisi de aynı temellere mi dayanıyor?

Bugün MHP’nin temsil ettiği milliyetçi anlayışın bir hayli radikal, dışlayıcı, yer yer ırkçı bir damarı olduğu kanaatindeyim. Türklüğün ve Türk olmanın her şeyin üzerinde görüldüğü tekçi ve devleti bireyin/vatandaşın üstünde tutan bir anlayış bu. Tarihsel bir karşılaştırma yapmam gerekirse, bugün MHP’nin Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açacak politik sorunlara ilişkin sergilediği öfke ve hınç dolu siyasal performansın eskizleri özellikle Balkan Savaşlarında alınan ağır yenilgilerin ve toprak kayıplarının etkisiyle Türk Yurdu’nda son derece alarmist bir diller ortaya koyulan beka kaygısı/psikozu kavramında somut bir biçimde çizilmişti. O zamanlar başımıza gelen bütün bu felâketlerin asıl sorumlusu mutlak öteki ve düşman olarak gördüğümüz kan döken ve zulmeden Batı idi. Bugün gerek devletin ve onunla özdeşleştirilen milletin güvenliğine yönelik beka kaygısının gerekse de Batı’ya dönük soğukluğun ve reaksiyonerliğin izdüşümlerini MHP’nin neredeyse bütün siyasal çıkışlarında görmek mümkün. Kemal Kılıçdaroğlu öncesi CHP’nin de farklı tonlar ve söylemlerle de olsa aynı milliyetçi damardan beslendiğini iddia edebilirim. Kılıçdaroğlu öncesi CHP milliyetçiliği de devletin ve devletin güvenliği/bekası söylemine yaslanıyordu. Ancak, Batı’ya karşı şiddetli bir tepki ve uzaklığın CHP milliyetçiliği için geçerli olduğunu söylemek tarihsel olgularla bağdaşmaz. Bana göre iki milliyetçilikte de dikkat çekilmesi gereken en önemli benzerlik/ortaklık iki partinin de milliyetçi anlayışlarını/kavrayışlarını seküler bir zemine oturtmasıydı. Burada dinin/İslâmın çok az etkisi vardı. Pek tabiî Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla birlikte CHP’nin bu tarz bir milliyetçi anlayıştan uzaklaştığı kanaatindeyim.
 
Sizce Kürtlerin hak sorunu “milliyetçiler” sorunu mu yoksa İslâm’ın Kürtlere vermediği haklardan mı kaynaklanıyor?
Kürtlerin hak sorunu tamamen bu insanların meşrû hak, eşitlik ve özgürlük taleplerinin yerine getirilmemesi sorunudur. Kürtler, kendilerini bu devletin ve onun temsil ettiği tek etnik/kavmi unsura dayalı milliyetçi anlayışın mağduru olarak görüyorlar. Burada ciddî bir dışlanmışlık ve kendini bu yapıya ait olarak görmeme hissiyatı var. Tabiî ki bugün Parlamento’da Kürt halkını temsil eden siyasal hareketin milliyetçiliğe kayan siyasal söylem ve eylemlerini eleştirebiliriz. Ancak dile getirilen hak ve eşitlik taleplerini asla görmezden gelemeyiz. Ne olursa olsun bu taleplerin siyasal karşılığını bulması ve karşılanması gerekiyor. Bunun yolu ise Türkiye’de hangi dilden, ırktan, mezhepten, dinden ve siyasal anlayıştan gelirse gelsin bütün bireylerin hak taleplerinin eşitlik ve anayasal vatandaşlık temelinde teslim edilmesidir. İslâm’ın Kürtlere haklarını verip vermediği ciddî bir tartışma konusu. Ancak hepimiz biliyoruz ki İslâm nezdinde Kürt de Türk de birdir, eşittir. Öbür türlüsü İslâmı kavmî ve ırkî bir din haline getirir ki bu da İslâm’ın doğasına aykırıdır.
 
 
H.Hüseyin Kemal
Okunma Sayısı: 2198
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı