"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tepeden dindarlaşma tutmadı

25 Kasım 2020, Çarşamba
Doç. Dr. Celil Bozkurt: İslâm Demokrat Partisi’nin siyasal mirasını, Necmettin Erbakan’ın 1970’de kurduğu Millî Görüş Hareketi’nde aramak gerekir. İDP’nin siyaset anlayışı, Bediüzzaman’ın aksine, jakoben ve devlet eliyle bir dindarlaşma, din muhalifi gördüğü unsurlara karşı da rövanşist ve intikamcı bir politika uygulama yönündeydi. Fakat tepeden inmeci bir dindarlaşmanın Türkiye’de zemin bulmadığı ve de bulamayacağı çok acı tecrübelerle anlaşılmıştır.

RÖPORTAJ: AHMET DURSUN

İslam Demokrat Partisi, yakın tarihimizin siyasi geçmişinde önemli bir yere sahip olarak önemini korumaya devam ediyor. 1951 yılında Cevat Rıfat Atilhan’ın kurduğu İDP, etkilediği siyasi hareketler nedeniyle bugün de tartışma konusu.  

Düzce Üniversitesi Akçakoca Bey Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Celil Bozkurt, “Demokratik Hayatta Siyasal İslam’ın Doğuşu: İslam Demokrat Partisi” adlı kitabıyla yakın siyasi tarihimizi aydınlatacak önemli bir çalışmaya imza attı. Bugün birçok noktadan eleştirilen ve tartışılan Siyasal İslam’ın ortaya çıkışı ve kökenleri hakkında önemli detaylara inilmesi, Cevat Rıfat Atilhan’ın Bediüzzaman Said Nursi arasındaki ilişkiye verilmesi, Türkiye’de sürekli gerilimli bir hat üzerinde devam eden Laik-İslamcı kavgaların tarihi süreci hakkında önemli ipuçlarına ulaşılması, masonluk ve dönmelik vb. kavramlar üzerinden Türkiye üzerinde oynanan oyunlara dikkat çekilmesi eseri dikkat çekici hale getiriyor.  

Biz de Celil Bozkurt’la yeni çıkan kitabı hem hem de yakın tarihimizin demokratik hayatını değerlendik. Said Nursi’nin Atilhan’la dostluğu ve ondan sitayişkarane bahsetmesine karşı kurduğu partiyi ve akımı desteklememesinin nedenlerini sorduk.  

1. Türkiye’de yeni nesillerce pek de bilinmeyen ama yakın siyasi tarihimizde önemli bir yere sahip olan İslam Demokrat Partisi üzerinde çalışma fikri nasıl doğdu, bu çalışmayla neyi amaçladınız?

İslam Demokrat Partisi’ni ilk kez Cevat Rifat Atilhan’la ilgili yaptığım doktora çalışmamda fark etmiştim. İDP, Atilhan’ın en çok ses getiren partisiydi. Özellikle parti adında “İslam” ibaresinin kullanılması hayli dikkat çekiciydi. Parti, kısa ömürlü olmasına rağmen Türk siyasetinde oluşturduğu dalgayla önemli sonuçlar doğurmuştu. Fakat İslam Demokrat Partisi’nin Türk siyasal kaynakları içinde önemsiz bir yer işgal etmesi beni oldukça şaşırtmıştı. Türkiye’de siyasal İslam’ın banisi olan ve sonraki süreçte İslamcı Milli Görüş hareketine kaynaklık eden bir partinin ayrıntılı olarak incelenmesi gerekmekteydi. Doktora tezimde sınırlı bir yer ayırdığım İslam Demokrat Partisi’ni bilimin bana yüklediği sorumluluk duygusuyla kitaba dönüştürmeye karar verdim.

2. İDP’nin kurucusu Cevat Rıfat Atilhan’dan bahsedebilir misiniz?

Cevat Rifat Atilhan, Türkiye’nin yakın geçmişine damgasını vurmuş fakat gereği gibi anlaşılmamış biridir. Kendisi asker kökenli olup, Balkan, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’de yer almış, buralarda sergilediği cesaret ve kahramanlıkla temayüz etmiştir. Atilhan, Milli Mücadele’de İsmet Paşa’yla yaşadığı bazı anlaşmazlıklar sonucunda henüz genç bir yaştayken yüzbaşı rütbesiyle askerlikten emekli olmuştur. Akabinde ticaret hayatına atılan Atilhan, İstanbul’da Yahudi tüccarla giriştiği rekabette bazı haksızlıklara uğrayarak iflas etmiştir. Atilhan’ın iflası, sonraki süreçte Yahudi aleyhtarı bir yaşam sürmesine neden olmuştur. Basın hayatında oldukça üretken olan Atilhan, özellikle Yahudilik, Masonluk, Siyonizm gibi “şer” güçlerin Türk-İslam dünyasına verdiği zararları konu edinen eserler kaleme almıştır. 

3. İDP fikri nasıl doğuyor ve İDP nasıl kuruluyor? Parti programından ana hatlarıyla bahsedebilir misiniz?

“İslam Demokrat” ifadesini ilk kullanan kişi, dönemin önde gelen İslamcılarından Eşref Edip’tir. Mecliste Demokrat Parti’deki dindar vekillerin Masonlara karşı örgütlenmesi gerektiğini öğütleyen Eşref Edip, ancak bu şekilde dini özgürlüklerin hayata geçebileceğini savunmaktaydı. Eşref Edip’e göre Mecliste örgütlü bir güç olan Masonlar, dini inkişaf ve özgürlüklere en büyük engel durumundaydı. Eşref Edip’in bu uyarı ve tespitleri, yakın dostu Cevat Rifat Atilhan’ın İslam Demokrat Partisi’ni kurmasına vesile olmuştur. Parti, dış politikada İslam birliğine yönelik bazı projeler geliştirmişti. Atilhan’a göre İslam Alemi, Batılı emperyalist güçler tarafından asırlardır sömürülmekteydi. Bu, ancak birleşik bir İslam Aleminin kurulmasıyla durdurulabilirdi. Parti, içeride de din düşmanı gördüğü Masonluk, Siyonizm ve Komünizm gibi cereyanlara karşı açıkça meydan okuyordu. Parti’ye göre söz konusu cereyanlar, Türk milletinin huzur ve güvenliği içi en büyük tehditti.

4. İDP’nin kuruluş amaçlarında da yer alan, masonlukla mücadele meselesinde sizin değerlendirmeniz nedir? Mesela NİLİ diye bir örgütten söz ediyorsunuz? Osmanlının yıkılışı, tek parti dönemi icraatları vs hakikaten bu kadar etkili bir mason örgütlenmesi mi söz konusu?

İslam Demokrat Partisi’nin Mason aleyhtarı tutumunu belirleyen ebetteki lideri Atilhan’ın Yahudi aleyhtarı fikir ve mücadelesi olmuştur. Atilhan, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında ve Cumhuriyet döneminde otoriter bir şekilde uygulanan din politikalarında Masonların belirleyici olduğu kanaatindeydi. Atilhan’ın görüşleri bir tarafa Masonların yakın dönem Türkiye tarihinde sahip olduğu nüfuzu ve imtiyazlı konumlarını göz ardı etmemek gerekir. İttihat ve Terakki Partisi’nin İkinci Abdülhamit’e karşı Masonlukla işbirliği yapmasından beri Türkiye Masonları, devletin önemli makamlarında yer almıştır. Bu durum Cumhuriyetin ilk yıllarında da devam etmiştir. 

1948’de Masonluk Kurumu yeniden açılmış, Masonlar, bazı partiler içinde nüfuzlu konumlarını devam ettirmiştir. Masonluk kurumunun yeniden açılması, özellikle kamuoyunun milliyetçi muhafazakâr kanadında bir infial uyandırmıştır. Tepkiler o kadar büyümüştür ki bazı DP’li vekiller 1951’de Masonluğun kaldırılması için meclise önerge vermiştir. Fakat önerge, büyük çoğunlukla reddedilmiştir. Sonraki süreçte Masonluk, siyasilerin birbirine yakıştırdığı bir karalama sembolü olarak kullanılmıştır. 

5. Parti kamuoyunca nasıl karşılanıyor?

İslam Demokrat Partisi’nin kuruluşu bazı muhafazakâr ve İslamcı yayınların dışında liberal kesimde neredeyse hiç konuşulmamıştır. Liberal ve laik kesim, daha önce görüldüğü gibi partinin saman alevi gibi parlayıp söneceğini düşünmüştü. Fakat İslam Demokrat Partisi, kamuoyunda beklenmedik bir taban bulmuş ve hızlı bir şekilde ülke sathına yayılmıştı. Diğer taraftan Genel Başkanı Atilhan’ın partinin yayın organlarında CHP ve DP Hükümeti’ne karşı kullandığı sert eleştiriler, partinin kamuoyunda tepki çekmesine neden olmuştur. Özellikle parti adında kullanılan “İslam” ibaresi ve din adına yapılan siyaset, sadece liberal ve laik kesimleri değil muhafazakâr kesimlerde de rahatsızlık doğurmuştur. 

6. İDP isminde yer alan İslam kelimesine hep muhafazakâr kesimlerden hem de CHP’li laik kesimlerden büyük tepki geliyor. Bu tepki ve eleştirilerin temel noktaları nelerdir? İDP bu eleştiriler ve tepkiler karşısında kendini nasıl savunuyor?

İslam Demokrat Partisi’ne yönelik eleştirilerin temel nedeni parti adında kullanılan “İslam” ibaresi ve partinin din adına siyaset yapmasıydı. Laik ve liberal kesimler, laik bir ülkede din adına siyaset yapılamayacağından hareketle İslam Demokrat Partisi’nin dini siyasete alet ettiğini ve menfaat sağladığını iddia ediyordu. İslam Demokrat Partisi, tarihi 31 Mart Vakası’nda rolü bulunan Derviş Vahdeti’nin İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ne benzetiliyor ve yeni bir ayaklanmaya meydan verebilecek derecede tahrikkar faaliyette bulunduğuna dikkat çekiliyordu. Muhafazakâr kesimlerin tepkisi ise partinin bütün Müslümanları temsil ettiğini ileri sürerek İslam adına siyaset yapmasından kaynaklanıyordu. Dindarlar, din adına yapılan bir siyasetin sonunda dine ve dindarlara zarar vereceği kanaatindeydi. Örneğin Bediüzzaman Said Nursi, yakın dostu Eşref Edip’in partiye destek verme teklifini geri çevirirken aynı zamanda parti kurucularını din adına hareket etmemeleri yönünde ikaz ediyordu. Parti Genel Başkanı Atilhan, laik kesimden gelen tepkileri Türkiye’ye yıllardır pranga vurduğuna inandığı Yahudi, Mason ve Siyonist odakların komplosuna yoruyordu. Atilhan’a göre bu tür komplolar, büyüme istidadında olan İslam Demokrat Partisi’nin engellemeye ve ülkedeki dini faaliyetleri baskılamaya yönelikti.

7. İDP’nin irtica ile ilişkilendirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İslam Demokrat Partisi’nin irtica ile ilişkilendirilmesinin temel nedeni İslam adına siyaset yapması ve İslam düşmanı olarak gördüğü kesimlere açıkça meydan okumasıydı. Partinin tüzüğünde yer alan Türk Anayasası’na Cumhuriyet Halk Partisi’nin umdeleri olarak giren “bütün demokrasiye zıt” kanunları hemen kaldırması yönündeki 2. Madde, Atatürk ilke ve inkılaplarına karşı bir düşmanlık olarak değerlendirilmiştir. Yine tüzüğün “milletin istek, menfaat ve karakterine uymayan” prensiplerin kanun yoluyla ve millet isteğiyle kaldırılacağı yönündeki müphem 3. Madde, liberal kesimlerce bir laiklik karşıtlığı olarak yorumlanmıştır. Ayrıca Parti Genel Başkanı Atilhan’ın özellikle CHP ve DP’yi din aleyhtarı olarak gösterme gayreti irtica suçlamalarını daha da artırmıştır.

8. İDP’nin kapatılma sürecini kısaca anlatabilir misiniz? Hangi saiklerle kapatılıyor? Kapatma üzerine gelen tepkiler nelerdir?

DP Hükümeti’nin İslam Demokrat Partisi’nin kurulmasından itibaren partiyi ve lideri Atilhan’ın faaliyetlerini mercek altına aldığı görülmektedir. Partinin İslam adına siyaset yapması ve agresif bir dille muhaliflerine meydan okumasıyla başlayan tepkilerin ardından İçişleri Bakanı Fevzi Karaosmanoğlu, partinin “irticai” bir mahiyette olduğunu ve kapatılması gerektiği lüzumunu vurgulayarak Adalet Bakanlığı’nın dikkatini çekmiştir. Hemen ardından partinin Bursa Şubesi hakkında bir soruşturma başlatılmış, akabinde de İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın talebi üzerine İstanbul 3 nolu Sulh Ceza Mahkemesi, partinin kapatılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine parti avukatı Abdurrahman Şeref Laç, etkili bir savunmayla mahkemenin kapatılma kararını kaldırtmıştır. Fakat İstanbul Savcılığı’nın itirazı üzerine dava yeniden mahkemeye taşınmıştır. Mahkeme, Savcılığın partinin kapatılması yönünde sunduğu iddiaların incelenmesi için bir ehli vukuf raporuna ihtiyaç duymuştur. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, Ord. Prof. Dr. Kemalettin Birsen ve Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken gibi dönemin yetkin hukukçu ve bilim adamlarından oluşan ehli vukufun İslam Demokrat Partisi’nin aklamasına rağmen parti, temyize kapalı olmak kaydıyla kapatılmıştır. 

9. Siz bu kapatmayı Türkiye’nin demokrasi süreci açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Laiklik konusunda oldukça hassas bilim adamlarından oluşan bir ehli vukufun İslam Demokrat Partisi’nin “irticai” bir örgütlenme olmadığı yönündeki kararı, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü göstermesi bakımından takdire şayandır. Fakat ehli vukuf raporunun partiyi hemen her suçlamada aklamasına rağmen, mahkemenin partiyi kapatması ve üstelik bunu temyize kapalı olarak gerçekleştirmesi, Türk yargısı adına üzüntü vericidir. Görünen o ki İslam Demokrat Partisinin kapatılması, hukuksuz bir karardır ve bu hukuksuzluk bir şekilde hukuka uydurulmuştur. Buradan anlıyoruz ki Türk demokrasi ve yargısı, henüz demokratik bir olgunluğa ulaşmamıştır.

10. İDP kapatma davalarında Bediüzzaman Said Nursi’nin de adı geçiyor. Bediüzzaman hangi nedenle bu davada yer alıyor? Burasını anlatabilir misiniz?

İslam Demokrat Partisi davasında Genel Başkan Atilhan’ın etrafında bulunan çoğu dost ve arkadaşları, irticayla ilişkilendirilerek davaya dahil edilmiştir. Bediüzzaman’ın davaya dahil edilmesinin nedeni, partinin yayın organı Büyük Cihad gazetesinde yayımlanan bazı makaleleriydi. Savcılık makamı, bir irticai yayın olarak gördüğü Risale-i Nur’dan yapılan iktibasların Cemiyetler Kanunu’na aykırı olduğunu iddia etmişti. Fakat Ehli Vukuf Raporu, makalelerin partiyi bağlamadığını ve Bediüzzaman’ın bu yazıları daha evvelden yazdığından hareketle Cemiyetler Kanunu’na aykırı bir durumun oluşmadığına kanaat getirmiştir.

11. İDP kadrolarının kendilerini ifade ettikleri yayın organlarından bahsedebilir misiniz? Laik kesim tarafından bu yayın organlarının ve Atilhan’ın 31 Mart hadisesi ile ilişkilendirilen Volkan ve Derviş Vahdeti ile ilişkilendirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

İslam Demokrat Partisi, farklı illerde yayımlanan zengin bir propaganda organına sahipti. Samsun’da Büyük Cihad, Bursa’da Yeşil Bursa, Eskişehir’de Yeşil Nur ve Konya’da Yeni Meram gibi İslamcı yayınlar, partinin sözcülüğünü yapmaktaydı. Ayrıca, Sebilürreşad, Serdengeçti ve Hür Adam gibi yayınlar da partiye doğrudan destek vermekteydi. Muhafazakâr ve İslamcı kimlikli bu yayınlar, laik kesim tarafından toptancı bir anlayışla “irticai” olarak damgalanmıştı. Genel Başkan Atilhan da İrticanın sembolü haline getirilen Derviş Vahdeti’yle özdeşleştirilerek kamuoyunda bir algı oluşturulmuştu. Bu dönemde 31 Mart Hadisesi, Türkiye’de İslamcı faaliyetleri aydınlatmada(!) kullanılan adeta bir turnusol kâğıdı hükmündeydi. “Gerici” faaliyet olarak değerlendirilen birçok olayın referans noktası 31 Mart Hadisesi’ydi. 

12. Kitabınızda genişçe yer verdiğiniz Malatya Hadisesi’nden bahsedebilir misiniz? Malatya hadisesinin Türk siyaseti ve muhafazakâr kesimlerin geleceği açısından sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Malatya Hadisesi, Türkiye’nin yakın geçmişine ışık tutan, neden ve sonuçlarıyla analiz edilmesi gereken önemli bir referanstır. Dönemin keskin laiklerinden ve ağdalı görüşleri muhafazakâr kesimlerce tepkiyle karşılanan gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın Malatya’da vurulması, Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır. Suikast teşebbüsünün Başbakan Menderes’in gezisinde gerçekleşmesi, hadiseyi bir devlet sorunu haline getirmiştir. Suikast faili Hüseyin Üzmez’in Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu Cemiyeti ile Milliyetçiler Derneği’ne mensubiyetinin bulunduğu iddiası, bütün milliyetçi muhafazakâr camiayı töhmet altında bırakmıştır. Başta Yalman’ın gazetesi Vatan olmak üzere laik basının haftalarca sürdürdüğü “irtica” kampanyası, milliyetçi muhafazakar aydınların bir bir gözaltına alınmasına neden olmuştur. Cevat Rifat Atilhan, Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti ve Mustafa Bağışlayıcı, bunlar arasındaydı. Malatya Hadisesi, dindar çevreler üzerine bir karabasan gibi çökmüş, birçok aydın ve yazarın “mürteci” ilan edilmesine neden olmuştur. Bahsi geçen aydınlar, uzun bir yargılamanın ardından beraat etmiştir. Fakat hadise, Türkiye’nin adeta ilk 28 Şubat süreci olmuş ve tahribi uzun yıllar hissedilmiştir.

13. Bediüzzaman Said Nursi’nin Atilhan’la nasıl bir ilişkisi söz konusu? Bediüzzaman’ın İDP vb. partileri desteklemediğini biliyoruz. Aralarında bir dostluk bulunmasına rağmen İDP’ye destek vermemesinin nedenleri nedir? Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Atilhan, Bediüzzaman’la yakın bir dostluğa sahipti. İkili, İstanbul’da birkaç defa görüşmüş ve Bediüzzaman, Atilhan’ın Masonluk ve Siyonizm’le olan mücadelesine destek vermişti. Atilhan da Bediüzzaman ve Risale-i Nur hareketini dönemin ağır atmosferine rağmen desteklemiş ve muhalifleriyle polemiğe tutuşmuştu. Böylesine bir yakın dostluğa rağmen, Bediüzzaman’ın Atilhan’ın siyasal İslamcı hareketine destek vermemesi farklı kesimlerce merak konusu olmuştur. Bediüzzaman, İslam adına siyaset yapmanın ve dindarları temsil etme iddiasının ülkede ne türden facialara kapı araladığının farkındaydı. Özellikle de Türkiye’de demokrasi bilincinin henüz olgunlaşmadığı ve laikliğin otoriter bir şekilde uygulandığı dönemlerde. Bediüzzaman, jakoben bir dindarlaşmanın aksine tabandan tavana doğru ikna ve rıza yoluyla yayılan bir dindarlaşmaya taraftardı. Fakat Atilhan’ın siyasal formülü, devlet eliyle yapılan bir dindarlaşmayı hedeflerken, İslam düşmanı gördüğü partilere ve kurumlara meydan okumaktaydı. Bediüzzaman, Türkiye’de din adına yapılan bir siyasetin vahim sonuçlar doğuracağını ve faturanın yine dindar kesimlere kesileceği kanaatindeydi. Nitekim Malatya Hadisesi’nden sonra muhafazakâr kesimlerin üzerinde oluşturulan baskı ve yıldırı atmosferi ve bugün gelinen nokta Bediüzzaman’ı haklı çıkarmıştır.

14. İDP yakın siyasi tarihimizi nasıl etkilemiştir? Bu etkilerin bugünkü sonuçları neler olmuştur?

İslam Demokrat Partisi, yaklaşık 14 aylık kısa yaşamına rağmen Türk siyasetinde meydana getirdiği tepkiler ve İslamcı siyasete bıraktığı siyasal mirasla kalıcı olmuştur. Partinin siyasal mirasını, Necmettin Erbakan’ın 1970’de kurduğu Milli Nizam Partisi’yle Türk siyasetine giren Milli Görüş Hareketi’nde aramak gerekir. Atilhan’ın bir yaşam davası haline getirdiği Masonluk, Siyonizm ve Komünist aleyhtarlığı, neredeyse olduğu gibi Erbakan’ın jargonuna geçmiştir. Erbakan da, tıpkı Atilhan gibi, Türk-İslam Âleminin maruz kaldığı birçok faciada Siyonist-Mason parmağı ararken, Milli Görüş Hareketi’nin özellikle Mason ve Komünistlere daima mücadele halinde olacağını vurgulamıştır. Yine Erbakan’ın hemen her konuşmasına yansıyan İsrail karşıtlığı, Atilhan’ın temel tezleriyle birebir örtüşmektedir. Erbakan’ın İslam Âlemi’ne bir kurtuluş reçetesi olarak sunduğu “Müslüman Ülkeler Birleşmiş Milletleri” adlı proje, Atilhan’ın 1950’lerde ileri sürdüğü “Birleşmiş İslam Milletleri” idealinin geliştirilmiş halidir. Atilhan, söz konusu projenin propagandasını sadece Türkiye’de değil aynı zamanda Hıristiyan ülkelerinde de yapmıştı. Atilhan’ın İngilizce yayımladığı The Islamic United Nations gazetesi, Hıristiyan Âlemi’ni küresel Siyonizm’le karşı İslam Birliği’ne destek vermeye çağırıyordu.

15. Netice itibariyle Türk siyaseti, siyaseti dinsizliğe alet eden anlayışlarla dini siyaseti alet eden anlayışların çatıştığı gerilimli bir zeminde günümüze kadar geldi. Genel olarak Bediüzzaman Said Nursi’nin bu hususlardaki yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de demokrasi ve laiklik bilinci, çağdaşı Batılı devletlerin olgunluk seviyesine henüz gelmiş değildir. Türkiye Cumhuriyeti, dini faaliyetleri serbest bırakan Anglosakson tipi bir laikliği değil; dini kontrol eden ve güdümleyen Fransız tipi otoriter bir laikliği kabul etmiştir. Cumhuriyeti kuran kadro, İslam hukukundan gelen Türkiye’de rejim ve devrimlerin ancak otoriter bir laiklikle korunabileceğine inanmıştır. Bu da Türkiye’de laiklikle din arasında daima sıcak fay hatlarının oluşmasına neden olmuştur. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın siyaset görüşünü iyi analiz etmek gerekir. Bediüzzaman, “İkinci Said” döneminde aktif siyasete karışmazken siyasi gelişmeleri de büsbütün göz ardı etmiş değildir. Bediüzzaman, siyaseti “tarafgirliğe” neden olacağı gerekçesiyle talebelerine yasaklamış fakat kendisi Türkiye’deki siyasi gelişmeleri yakından takip etmiştir. Hatta zaman zaman siyasilere gönderdiği mesajlarla, ülkedeki dini faaliyetlerin özgürlük içinde yürütülmesinin önemini vurgulamıştır. “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim” diyen Bediüzzaman, rejime aleyhtar olmadığını vurgularken laikliğin dindarların aleyhinde kullanılmasını da şiddetle eleştirmiştir. İslam Demokrat Partisi’nin siyaset anlayışı, Bediüzzaman’ın aksine, jakoben ve devlet eliyle bir dindarlaşma, din muhalifi gördüğü unsurlara karşı da rövanşist ve intikamcı bir politika uygulama yönündeydi. Fakat tepeden inmeci bir dindarlaşmanın Türkiye’de zemin bulmadığı ve de bulamayacağı çok acı tecrübelerle anlaşılmıştır. 

Bize vakit ayırdığınız ve sorularımızı cevaplandırdığınız için çok teşekkür ederim. 

Bu fırsatı verdiğiniz için ben de teşekkür ediyor, tüm Yeni Asya okuyucularını hürmetle selamlıyorum. 

Okunma Sayısı: 5530
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı