Pakistanlı göçmen bir babanın oğlu, Londra’ya belediye başkanı olunca, Avrupa basını kendince azıcık çalkalandı.
Şehir hatlarında bir otobüs şoförü olarak çalışmış ve buradan emekli olmuş bir Müslüman Pakistanlının ve oğlunun başarısı, diğer yandan Bernard Lewis’in tezini de çökertmişe benziyor: Londra’da üst sınıfa geçmek için en az yüz eli-iki yüz seneye ihtiyaç var diyordu. Lewis’in tamamen haksız olduğu da söylenemez. Neden?
Londra varoşlarında doğmuş, devletin parasız okullarında okumuş, imtihanları kazanmış ve hukuk tahsilini bitirerek avukat olmuş Sadık’ın belediye başkanlığının bir şaz olduğunu iddia edenler de çıkacaktır. Amerika’da 11 Eylül felâketi Troçkicilerce sahnelenmeseydi, Hüseyin Barack Obama başkan olabilir miydi diyenlerin iddialarıyla, Londra belediye başkanlığına bir Müslümanın seçilmesi etrafında seslendirilen iddialar paralellik arz ediyor mu sizce?...
Bu arada, bazı gazete ve internet sayfalarının, hadiseyi İngilizlerin Siyasal İslâmcılara karşı kazandığı zafer olarak vermeleri, meselenin bir başka yüzüne de ışık tutuyor kanaatindeyiz. Neoconların desteğindeki global terör organizasyonlarına, daha doğrusu İslâm’ı kullanarak Avrupa’da kaos çıkaranlara Londra’nın bir siyasî cevabı veya tokadı olarak telâkki edenler de haksız sayılmazlar. Siyasilerden sonra emniyet güçlerinin, memurların ve az da olsa gazetecilerin Asya ve Afrika kökenli teröristlere siz Müslüman değilsiniz, demeleri Avrupa’nın bu yoldaki başarısını gösteriyor. Temennimiz, yer yer seslendirilen bu hakikatin kısa bir zaman içinde efkâr-ı ammede hakim olmasıdır.
AKILLI İNGİLİZ SİYASETİ
Avrupa’daki Bosna, Afrika’daki Somali, Asya’da Bangladeş facialarını ve Endonezya’daki dehşetli olayları Müslümanlar kolay kolay unutamayacaklar. Ne Holbrooke’un eski Yugoslavya’da yaptıklarını ve ne de Blair’in körfez savaşlarında oynadığı rolleri… Afganistan, Irak, Suriye ve hatta Yemen’den de Müslümanların İngilizleri sorumlu tuttuklarını Londra biliyor…
Yine İngilizlerin kabulü olmadan Sarkozy’nin Libya’yı işgal edemeyeceğini; Boko Haram, Eş Şebap, El Kaide gibi terör örgütlerinin rahat hareket edemeyeceklerini herkes biliyordu. Bu arada; global fonlarla AB ve diğer millî iradelere müdahale edenlerin Londra’yı merkez üssü olarak kullandıklarını da hesaba ilâve ettiğimizde, faturanın fevkalâde kabarıklığı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Londra, birikmiş bütün faturalarını Sadık Han aracılığıyla İslâm âlemine ödeyip; oralardaki öfkeyi teskin ve düşmanlığı azaltmak istiyor kanaatindeyiz.
Hadiseyi hak ve hürriyetler, laikliğin doğru tanım ve tatbiki, ırkçılığın adada erimesi veya İngiltere’nin fitne ve nifak siyaseti yerine insanî siyaseti izlemeye başlaması olarak değerlendirip sevinenler de var. Fakat biz henüz sevinemiyoruz. Temenni ve arzu etmemize rağmen, bundan sonraki gelişmeleri takip edeceğiz.
İngilizler tarihlerindeki cinayetleri, sömürüleri, kara lekeleri ve insanî ihanetlerini bir Londra idarecisiyle Müslümanlara unutturabilecekler mi? Düne kadar el çekmedikleri Yemen, Somali, Kenya, Bangladeş, Malezya ve Afganistan’da iç barışın demokrasi ile sağlanmasında müsbet rol oynayabilecekler mi? Kendi geleneklerine saygı gösterdikleri kadar; başka din, kültür, tarih ve geleneklere de saygılı olabilecekler mi? Belki de İngiltere büyük Britanya toplulukları adına; tarihindeki mezkûr hadiselerden dolayı insanlıktan, mağdur ve mazlûm milletlerden ve bugüne kadar tahribine ses çıkarmadığı insani değerlerden özür dileyecektir. İşte o zaman, biz de Sadık Han’ın belediye başkanlığını kazanmasına sevineceğiz ve Londra’nın duruşuna inanacağız.