İstikballerini tarihî hakikatler üzerine bina edemeyen milletlerin geleceği olur mu?
Bu hakikat bütün devletler, milletler ve dinler için de geçerlidir. Önceki yazılarımızda, bir iki çizgi ile Şam-ı Şerif’in tarihine dokunmuştuk. Mebde ile Müntehayı bağrında taşıyan İslâmiyet için de Şam’ı Şerif’in böyle bir cilvesi görünüyor. Medinetü’n-Nebi’den bu kutsal beldeye gelen İslâm için bu şehir tarih yönüyle “mebde (başlangıç)” sayılır. Hem kâinatın özü, nuru ve mayası olan Efendimiz’in (asm) hadislerindeki haberler ve hem de zamanımızın gelişen olayları, Dımışk’ın intihada da elimizden tutacağını gösteriyor.
Bağdat ve Kerbelâ, dünya itmesi istikametinde bir ilk adım olmuştu. 1955‘te burada temelleri atılan CENTO’nun Avrupa’daki savaşları bitiren AET muadili olduğuna da; “Hangi Avrupa” çalışmamızda kısaca değinmiştim. Deccaliyet kuvvetlerinin hedefinde bulunan Şam-ı Şerif için yazdıklarımızı okuyucularımız hatırlarlar. Fakat o zamanın fulü olan resimlerini, biraz daha berraklaştırmamız gerekiyor, gibi. Şam-ı Şerif’in misyonunu; düşmanlarının ilgi, taarruz ve organizasyon planlarına göre tanımlamamız lâzım. İsim ve resimlere takılmayacağız. İnsanların ve insanlar üzerine inşa edilen olay ve düşüncelerin ne kadar fani olduğunu göre göre yaşlanıyoruz. Yani; isterseniz Hunhington’a inanan Kissinger’ın talebesi Rumsfeldlerin ortaya getirdikleri BOP coğrafyası diyelim, isterseniz İkinci Bolşevik hareketinin başlattığı “Yeşil Kuşak” diyelim isterseniz Arap Baharı veya yine Neocon-Neoliberal ittifakının Asyalılardan oluşturdukları örgütler savaşının coğrafyası. Hakikatte değişen bir nokta bulamazsınız. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük mezalimi karnında sağlayan bütün bu coğrafyaların çekirdeği olarak Şam-ı Şerif’in ihata alanını yeniden belirlememiz gerekiyor.
Şam’ın dayandığı istinat noktaları kadar, onun imdadına koşuşturan tarihî ve aktüel dinamikler de bu yazının konusuna giriyorlar. Bediüzzaman’ın 1950’lerden sonraki mektuplarında Rusların geleceğiyle alâkalı tesbitler var. Çeyrek asra yakındır hadiseler, Üstadın oradaki ihbarları istikametinde cereyan ediyor. Vladimir Putin’in, bir gece ansızın Şam-ı Şerif’teki Emevi Camii’nde belirmesi bir istihdam değil miydi? Hem de peygamberleri olan Hz. Mesih’in mevlit merasimine denk gelecek zamanlama ile Katedraldeki ayine de katılıyor.
Ayrıca Neocon-Neoliberallerin Kasım Süleymanî hadisesiyle Bağdat önlerinde aldıkları tarihî mağlûbiyet, Şam düşmanlarını bölgede çaresiz bıraktı. Amerika’daki dostlarından teminat almış ve Rus Harp akademisi mezunu General Hafter’in Moskova ve Berlin’de önüne sürülen hakikatler ve nihayet Avrupa Birliği’nin Berlin üzerinden ihsasa başladığı irade, Şam-ı Şerif Konferansı’nın, bu çatışmaları durduracak barışın nüvesi olduğunu herkese gösterdi. Daha doğrusu Şam-ı Şerif Konferansı; AB, Rusya ve İslâm Dünyası üçlüsünü, beklediğimiz üzere barış için masanın etrafına topladı. Unutulmasın ki bu barış, Hıristiyanlık Dünyası’nın geleceğini şiddetle ilgilendiren bir güzellik projesidir.
Bünyesini habis bir ur gibi saran Neocon belâsını defedemeyen Amerikan İdaresi, şimdilik masadan azıcık uzak durmak zorunda. Zira Şam-ı Şerif Konferansı’nın muhatabı olan coğrafyadaki katliâmlarda Amerikan bayrakları dalgalandı ve insanlığın oralardaki en değerli mirası olan tarihi yine Amerika ve İngiliz uçakları bombaladı. Ne hukuken ve ne de insaniyeten Amerika ve İngiltere’nin şimdilik “barış masalarına” oturmaya yüzleri olmayacaktır. Yani; “El-Kaide’yi biz kurduk, Bucca’da IŞİD’i biz organize ettik. Hem Bin Laden ve hem de El-Bağdadî bizim elemanlarımızdı, Avrupa hapishanelerinden binlerce Müslüman kökenli genci biz toplayıp Rakka ve Musul’a gönderdik” diyecek halleri elbette olamaz.
Ayrıca; Amerikalı ve İngiliz Neoconlarının Berlin’e olan öfkelerini bilmemek de tarihî cehalet sayılır.
İsimlerin bu konuda önemli olmadığını söyledik. Şam-ı Şerif Konferansı sürecinin Astana, Soçi, Cenevre ve Berlin’den geçmiş olması neyi değiştirir ki… Kahramanları da hakeza… Kaldı ki, bu olaylarda milletlerinin iradeleri peşinde sürüklenerek isteksiz katılanlar kadar, karşıt kıyafetiyle görünüp var güçleriyle barışa çalışan kahramanları şimdiden tesbit etmemiz fevkalâde güç görünüyor.
Fakat coğrafya olarak Şam-ı Şerif bir hakikat olduğu gibi; Bediüzzaman’ın minberinde hutbe okudukları Emevi Camii ile Hz. Yahya Kilisesi’nin Asr-ı Saadet’ten günümüze sırt sırta barış içinde dayanışmaları da bir hakikattir. Bu ikili aynı kuvvete dayanarak Moğollara karşı şehri müdafaa etmişler ve IŞİD maskesiyle bu mübarek beldenin kapısına dayanan Deccaliyet ve süfyaniyet kuvvetlerini püskürtmüşlerdi. Bu hakikatin tarihî esaslarını bilemeyenler, ne içinde bulunduğumuz dehşetli katliâm ve zulümleri, ne tarihin bize ders vermek istediklerini ve ne de yarınlardaki kurtuluşumuzu anlayamazlar. Gördüğünüz gibi; cehaletin sebep olduğu bilgi eksikliği, hem anlamayı ve hem de anlaşılmayı hayli geciktiriyor.
İnşaallah, artık bundan böyle BOP coğrafyasındaki farklı cephelerdeki düşmanın akıttığı bilgi kirliliği kafalarımızı karıştırmayacak. Bu Konferans, dağınıklığı giderecek. Kabul, Bağdat, Libya, Suriye ve hatta Afrika Sahel ve Yemen illerindeki savaşların dizginlerini tutanların peşine düşecektir, Şam-ı Şerif. Emperyalizm gelenekleriyle Neocon-Neoliberal ittifakının modern Bolşevizmini aynı maksatta entegre eden bazı Batılı devletlerin tasallutu da, oyuncak kralların pençesindeki Ceziretü’l-Arap halklarının istibdatları da ve nihayet Ortadoğu’nun mazlum halklarının bütün dertleri de İnşaallah bu konferans sürecinde son bulacak, diye duâ ediyoruz.