Şam-ı Şerif önünde, 2011’den bu yana cereyan eden meydan savaşını sona erdirecek barış konferansının dünya sulhuna anahtar olacak nitelikte olduğunu, önceki yazılarımızda belirtmiştik.
Vekâlet savaşlarını sonlandıran Suriye meselesinde; devletlerin değil, devletlerde faaliyet sahibi olan cereyanların nazara alınacağını da o vesile ile yazmıştık. Burada Amerika’yı, AB’yi ve hatta İngiltere’yi toptan sorumlu tutacak bir durumun mevzubahis olmadığını da biliyoruz.
Yiğit düştüğü yerden kalkar, demişler. Arap Bahar’ını “dünya hâkimiyetine giden yolda” organize edenlerin takıldıkları bu cephede; Müslüman-İsevî ittifakının da kesin bir başarısından şimdilik söz edemiyoruz. Bir yönüyle Şam-ı Şerif cephesi, İkinci Cihan Harbi’ndeki Fransa-Almanya cephesine dönüştü. Kısmî başarılar ve kısmî hezimetler…
Bu savaşın bu şekildeki devamının müsebbibi, elbette ki Hz. Mesih’in (as) coğrafyasını yeterince müdafaa etmeyen AB’dir, diyenler olduğu gibi, hâlâ yakasını neoconlardan kurtaramamış Pentagon’un bölgeye haksız müdahalelerde bulunmasına bağlayanlar da var. Sürüncemeye bırakarak zaferi masada kazanma heveslisi AB içindeki Macron ve Von der Leyen gibi neoliberal siyasetçileri de yabana atmamamız gerekiyor.
Bir başka tetikleyici unsur ise, Avrupa ve Amerika’yı “ eleneksel kolonial sistemini” göstererek idareleri iğfal eden Yeni Muhafazakârların bölgeyi sömürmedeki ısrarları. Afganistan sömürüsüne izin vermeyen dünya kamuoyunun orta doğuya ses çıkarmayacağını iddia etmek, ahmak şeytanın şakirtlerini kandırmaktan öteye gitmeyen bir yaklaşım olmalı.
Elbette bütün bu sebeplerin başında, Türkiye hükümetlerinin yanlış politikaları, neocon-neoliberal ittifaklarına mahkûmiyetleri ve İhvan’a yakın durma psikolojisiyle Beşşar ile bir araya gelmemedeki inadı olduğunu söyleyeceksiniz. Bu malûm noktaları daha önceki yazılarımızda tahlil etmiştik. AKP hükümeti 2011’den bu yana Suriye’de yaptığı yanlışlar ve takip ettiği politikalardan dolayı özür dileseydi, Suriye meselesi bu kadar devam etmezdi. Ve milyonlarca hukukun kaybına ve canların denizlerde telef olmasına Türkiye olarak seyirci kalmazdık.
Basit siyasetler… AB’yi mülteci akınlarıyla korkutmak… Ve mümkün olduğu kadar, Neoliberallere alet olarak Avrupa’ya göçü hızlandırmak ve Türkiye’deki kaos düzenini devam ettirmek… Çok cüz’î menfaatler, küçük siyasetler ve zillete düşürülen milyonlarca Müslümanlar… AKP hükümetinin bu meselede AB’deki Neoliberal siyasetçilerle beraber hareket ettiklerinden biz şüphe etmiyoruz. Burada hükümetimizin iki koldan da mengeneye sıkıştırıldığını düşünüyoruz. Beşşar ile masaya oturmalarına neoconlar müsaade etmedikleri gibi, iltica meselesini kalıcı çözümlere bağlamayı da Neoliberaller istemiyorlar. Ve mütemadiyen; hem Ortadoğu’dan ve hem de Afganistan-Pakistan’dan gelenleri Avrupa’ya göndermeyi teşvik eden programlarla çalışıyorlar. Yani, ihtilâlci neoconların şerrinden kaçarken AKP, sivil ihtilâlcilere yakalanmış görünüyor.
Suriye cephesinde, Müslüman-Hıristiyan ittifakına menfaati uğruna destek veren Rusya’ya karşı hem AB’de ve hem de ABD’de yapılan düşmanlıkları da bu çerçevede değerlendirmemiz gerekiyor. Bize göre Rusya’nın en büyük günahları arasında; ülkeyi neoliberal sermayedar ve ahlâksızlara kapattığı gibi, ihtilâlci saldırgan neoconları da Şam-ı Şerif önlerinde hezimete uğratmaları da bulunuyor. Ruslar, şer ittifakının Büyük Ortadoğu Projeleri, Yeni Dünya Düzeni, Yeşil Kuşak Projesi ve Amerikan Yüzyılı gibi şerir programlarının mahiyetlerini bütün dünyaya ilân ettiler.
Suriye Savaşı’nda, tarihe kalın harflerle yazılması gereken bir hakikati de vurgulayalım. PKK dâhil olmak üzere, Neoconların ihtilâllerinde tetikçi olarak kullandıkları terör örgütlerinin sorumluluğunu başta Amerika-İngiltere ittifakı olmak üzere, diğer ileri gelen Avrupa devletleri de bu günaha ortaklıklarını ikrar etmeliler. El-Kaide, IŞİD, Bokoharam, Eş-şebap, El-Nusra ve diğerleri… Bütün bu örgütleri kuranlar, organize edenler ve finanse edenler Amerika ve Avrupa’dan geldiler. Bütün bu terör örgütleriyle Müslüman devletleri zarar gördüklerine göre, Müslümanlıkla savaş ve terörü ilişkilendirmelerinin de ayrı bir cinayet olduğunu kabullenmek zorundadırlar.
Araştırmalara dikkat ederseniz, tarihin bu gerçeği yazmaya başladığını elbette göreceksiniz. Tıpkı 11 Eylül olayında olduğu gibi…
Bir nokta daha kaldı. Millî görüş gömleğini çıkardığını iddia eden AKP’nin yeri ve zamanı geldiğinde, çıkardığını iddia ettiği kostümlerle sahneye çıktığını hepimiz biliyor ve hatta görüyoruz. Belki de artık alıştık. Siyasal İslâm olarak AKP’nin İhvan’a çok kıymet verdiğine de inanmıyoruz. Zira Neoliberallerin etkisiyle onlara yeterince sahip çıkmadıkları bir vakıa. Onları bu mezalimli mücadele meydanına çağıran ve destek olacağını vaat eden AKP’nin idarecileriydi.