İnsanlık tarihinin en garip noktalarını ihtiva ediyor Şam-ı Şerif.
Adem atamızla İbrahim babamızın (as) yurdu ile yerküre coğrafyası iftihar etmez mi hiç. Müslümanlara göre dünyamızın dördüncü mübarek beldesi.
Şam-ı Şerif’in, Hz. Mesih’in doğumundan sonra ortaya çıkmış bütün medeniyetlerin annesi olduğunu, yakından tanıyanlar bilirler. Zira Medinetü’n-Nebi’nin devamı niteliğindedir. Buradan yeryüzünü gülistana çevirmek üzere akmaya başlayan medeniyet nehrinin Dımışk üzerinden dünyaya dağıldığını ve on binlerce medenî aşığını Şam’a teslim ettiğini insanlık bilseydi, bu kutsal beldenin hem Doğu ve hem de Batı Medeniyetlerinin çıkış kaynağı olduğunu da kabullenecekti. Talas kıyısına giden atlılarla Ukbe ile Tarık’ın süvarileri Şam’dan hareket etmişlerdi.
Hem Şam-ı Şerif, Avrupa medeniyetinin de öz annesi. Mesihî Avrupa; Kurtuba, Palermo ve İskandinavya üzerinden Şam’a koşuyor bu gün.
Ebu Derda’nın yurdu... Suffe’nin şakirtleri, rıhlet-i Nebi’den sonra, firkatin hirkatini ilk olarak burada gidermeye çalıştılar. Yani Hicaz‘dan kuzeye doğru on binlerce sahabe…
Tarihin artık son bulmasını isteyen “tahripçi Deccaliyet” ancak Şam’ın tahribiyle bu işin bulacağına inandığından, tam on senedir Şam önlerinde bu dehşetli savaşı veriyor. Karşısında ise insaniyetperverler, Müslümanlar ve inanmış İsevîler ittifakı…
Varsa dünyamızın daha ömrü, Şam-ı Şerif yeni bir cihana yeni hayatlarla perdeyi açacaktır. Önce insanca yaşamak… Hürriyet ve demokrasi… Sonra Ömer’in (ra) yolunda koşuşturacak adaletli sosyal devletler… İnsanlığın bu hakikate olan ihtiyacını da biliyoruz, iştiyakını da…
- Yalnız musîbetzede Araplar değil; Fars’ın, Kıptînin, Berberinin, siyahinin ve Cezirelinin de bakışları Şam’a kilitli… İstibdadın asırlardır zifiri karanlığında çürüttüğü mazlum Şark ile Latin Amerika halkları hürriyet ve demokrasi güneşinin buradan ışıyacağına o denli inanıyorlar ki…
Efendiler Efendisi (asm), deccallerin bu beldeye giremeyeceklerini haber vermiş. Hülâgu’nun menhus ruhunu dehşetli korkularla kovalayan topraklarının altındaki şehitler miydi? Filistin dönüşünde Dımışk’tan gizlenerek kaçanların korkuları nereden kaynaklanıyordu… Kader bu mübarek beldeyi Kemalizm zulmünden nasıl korumuştu, hiç düşündünüz mü? Hz. Yahya Kilisesi’ne sırtını dayamış Emevi Camii’nin kürsüsünden “helâket ve felâket asrının mensuplarına” yapılan hitap mı, Şam-ı Şerif karşısında dizilmiş İslâmiyet ve insaniyet karşıtlarının dizlerinin bağını çözüyordu… Yoksa, Hüseyin (ra) yolunda şehit olmuş büyük âlim El-Butî‘nin ruhu mu IŞİD ve Marksist örgütleri kovaladı buradan… Kim bilir, belki de hepsi…
Bazı okuyucularımız gizemli cümleler kurduğumuzu iddia edecekler…Asla… Dımışk’ın kendisi sırlarla dolu. Belki de “üç yüz yılın” hadiselerini, zamanın zirvesinde irad ettiği hitabesiyle özetleyen Bediüzzaman, Şam-ı Şerif zaferini 1911 kışındaki hutbesiyle emperyalistlere, materyalistlere ve deccalistlere karşı ilân etmişti de, bugün ancak haberimiz oldu. Zamanların müceddidi, EL-EMEL diye başladığı dersle âlem-i İslâmiyet’in semasını dolduran kesif bulutları süpürmüştü. Risale-i Nur’un doğumundan tam üç sene önce, burada çok sırlı şeyler cereyan etmişti.
Şam-ı Şerif’te zaman, Almanya Kralı Wilhelm’in, İngiltere ve müttefiki olduğu bütün şer kuvvetlerinin rağmına Sultan Selâhaddin’den özür dilediği o meşhur anlar kadar tılsımlarla yüklü… Şam-ı Şerif’in tıpkı Beytülmakdis gibi, yalnızca Müslümanların vatanı ve kutsalı olduğunu unutanlara, hem Wilhelm ve hem de Bediüzzaman yetmiyor mu? Bu sırrın veya bu ittifakın hâlâ birçok dindar Müslümanlarca anlaşılamaması da garip bir sır olmalı… Burada herşey gizemli. Tarihin dönüm noktası da buna derler…
Avrupa-Asya kucaklaşmasının, Kur’ân-felsefe barışının, Müslüman Hıristiyan ittifakının ve mektep-medrese birlikteliğinin ilk adımları bu sırlarla atılıyordu.