Günümüz; belki de insanlık tarihinin en karmaşık, en çelişkili, en çok imkân içinde en çok boşluk yaşadığı dönem.
Maddî gelişmeler zirvede, fakat insanî değerler uçurumun kenarında. İnsan, belki de bu kadar ilerleyip de hiç bu kadar gerilememişti.
Bugün herkes her şeyi biliyor ama kimse hiçbir şeyi hissetmiyor. Haberler saniyeler içinde yayılıyor, felâketler anbean gözümüzün önünde akıyor, zulüm, savaş, yolsuzluk, cinayet sıradanlaşıyor. Ama buna rağmen içimizde bir kıpırtı bile kalmadı. Çünkü günümüz, duygunun değil ekranın çağı oldu. Acılar filtreden geçiriliyor, sevinçler gösterişle tüketiliyor. Her şey çok ama hiçbir şey gerçek değil.
Günümüz insanı konuşuyor ama düşünmüyor. Tepki veriyor ama sorumluluk almıyor. Giderek daha fazla bireyselleşiyor ama yalnızlıktan da şikâyet ediyor. Modern çağ, insana her konforu sundu ama ruhunu aç bıraktı. Artık insanlar doyuyor ama tatmin olmuyor. Gülüyor ama mutlu değil. Çünkü bugün en büyük açlık, maneviyat açlığıdır.
Adalet konuşuluyor ama adalet yok. Herkes hakkını arıyor ama kimse hakkı gözetmiyor. Hakikat yorgun, yalan çok hızlı. Gösteriş, sadeliği yendi. Nefis alkışlanıyor, vicdan susturuluyor. Oysa ne zaman vicdan bastırılırsa, orada çürüme başlar. Ve biz, bugün çöküşün tam ortasındayız ama hâlâ “ilerliyoruz” zannediyoruz.
Günümüz, sadece bir zaman dilimi değil; bir imtihan vesilesidir. Çünkü bu çağda iman etmek, zulmün içinde adalet, karanlığın içinde nur aramak gibidir. Ve belki de en büyük cihad, hakikati muhafaza etmektir. Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Zaman, iman kurtarmak zamanıdır.” Çünkü bugünkü kriz, ekonomi değil; ahlâktır. Siyaset değil; bir çöküştür.
Bu çağın en büyük hastalığı, kalbin suskunluğudur. Kalp sustuğunda merhamet ölür. Kalp sustuğunda hak unutulur. Kalp sustuğunda, insan robotlaşır. Geleceği gösteren filmler gibi içi karanlık fabrikalar gibi, işçi yerine robotlar olacağı için. İşte o yüzden, günümüzün en büyük ihtiyacı; yeniden kalbe dönmek, vicdanı ayağa kaldırmak, hakikate sadakatle sarılmaktır.
Ve biz?
Biz ne yapmalıyız?
Bir kıssa vardır: Hz. İbrahim ateşe atılırken bir karınca, ağzında bir damla su taşıyormuş. Ona demişler: “Bu suyla o koca ateşi mi söndüreceksin?”
Karınca cevap vermiş: “Ben de biliyorum söndüremeyeceğimi. Ama hiç değilse tarafım belli olsun.”
İşte biz de bu çağda karınca kadar olsak da, hakkın safında olduğumuzu ilan etmek zorundayız. Karanlıklar içinde bir mum yakmak belki dünyayı aydınlatmaz; ama o mumu yakanı kurtarır.