Cemal Bey: “Sadece düşüncede ve zanda kalan ve eylemle neticelenmeyen bir su-i zan günah mıdır?”
Kendimize Kötülüğümüz
Birisinin hareketlerini kötüye yormak, araştırıp soruşturmadan ön yargıya kapılmak su-i zandır. Su-i zannı bazen Allah’a karşı, bazen de kullara karşı yaparız. Her iki durumda da ruhumuzu kirletiriz. Allah’ı veya kullarını haiz olmadığı bir sıfatla içimizde anmak su-i zandır. Bu başta kendimize yaptığımız bir kötülüktür.
Meselâ günahkâr birisinin, bağışlanmayacağını düşünerek tövbe etmekten kaçınması Allah hakkında su-i zan etmesi demektir. Çünkü Allah’ın bağışlayıcılığı pek büyüktür, rahmeti kullarını kucaklamıştır.
Veya bir kulun, işlemediği bir günahı işlemiş zannetmek su-i zandır. Su-i zan içimizde durduğu gibi durmaz; bizi harekete sevk eder, bizi eyleme kışkırtır. Allah hakkındaki su-i zan, Allah’ın rahmetinden bizi mahrum eder. Kul hakkındaki su-i zan da bizi gıybete zorlar.
Suizandan Kaçınınız
Resulullah (asm) buyuruyor ki: “Suizandan kaçınınız. Çünkü suizan, yalancılıktır. Din kardeşlerinizin gizli işlerini araştırmayınız, kulaklarınızı kapayınız.”1
Su-i zan adı üstünde zandan ibarettir. Bilgi değeri yoktur. Aslında yorum da değildir. Kanaat de değildir. Kesinlikten ve delilden yoksundur. O çoğu zaman kendi kendimize ürettiğimiz bir algıdan, vesveseden veya evhamdan ibaret kalır.
Kesin bilgiye dayanmayan ön yorumlarımız çoğu zaman su-i zan çamuruna bulaşır. Bazen de kesin bilgi ile yetinmeyip, bu işin sebeplerini, gerçekleşme evresini ve neticesini yorumlarken kendimizi su-i zanna kaptırırız.
Su-i zanla insanları hak etmedikleri bir sıfatla anmış oluruz. Böylece insanın hukukunu çiğnemiş, kul hakkına girmiş oluruz. Su-i zanla hareket ettiğimiz anda günaha dalarız. Meselâ su-i zan ettiğimiz kişiyi birisinin yanında kınayıp, ayıpladığımızda gıybet günahına girmiş oluruz. Bu, iftiraya sebep olur. Bu, adamın hukukunu çiğnemeye götürür. Bu, adavet ve düşmanlığı körükler.
Bağışlanmış Bir Günah
Su-i zan, fiile dönüşmemek şartıyla bağışlanmış bir günahtır. İçimizden geçen kötülüklerden fiile dökmedikçe bağışlandığımızı Peygamber Efendimiz (asm) müjdeliyor.2
“Fıtratımda adavet var; vazgeçemiyorum.” Diyen birisine Bediüzzaman, “Sû-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez.” diyor.3
Fakat bu demek değildir ki su-i zan kendi başına tehlikesizdir, kalbimize zarar vermiyor. Keskin sirke nasıl küpüne zarar, demişler. Su-i zan kalbimize zarar verir.
Su-i zannın başlıca zararlarını şöyle sıralayabiliriz:
1- Su-i zanla Allah veya insanlar hakkında haksızlık yapmış, Allah’ın veya insanların hukuklarını çiğnemiş oluruz.
2- Su-i zan kulluk neşemizi bozar. Kalbimizi yorar. Ruh dünyamızda hasar yapar. Bizi kötülük yapmaya kışkırtır.
3- Su-i zan insanlar arası iletişime zarar verir. İyi iletişimin yolunu keser. Hoşgörü ve hüsn-ü zan yolunu kapatır, kine ve nefrete sebep olur, gıybete ve iftiraya kapı açar. Adaveti, husumeti ve düşmanlığı körükler.
4- Toplum barışını bozar. Birbirine su-i zanla bakan insanlar gerçek muhabbeti kaybederler.
Dipnotlar:
1- Câmiü’s-Sağîr, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2002, c. 2, s. 742
2- Buhari, Tevhid, 35
3- Mektubat, s. 258