Bu hafta köşemizi, Ümraniye okuyucularımızdan Mustafa Yalçın’ın çok manidar ve şevk verici yazısına tahsis ediyoruz:
Günlük 40-50 gazete elden dağıtımını Ümraniye Neşriyat Komisyonu’nun kararıyla yapmaktayım.
Yaklaşık bir aydır çarşıdaki bir kuruyemiş dükkânına gazetemizi selâm ve hayırlı işler dileğiyle bırakıyorum.
Dükkânı karı-koca beraber çalıştırıyorlar.
Geçen gün gazetemizi bırakıp dönerken hanım seslendi:
“Abi bakar mısın, birşey soracağım? ”
“Buyrun kızım” dedim.
Biraz da çekingen:
“Bu gazeteyi çok beğenerek okuyorum, hatta bazı yazıları kesiyorum, evde tekrar okuduğum gibi arkadaşlarıma da okuyorum. Fakat bunda Kur’an yazıları var, bunlar ayak altına atılmamalı, ne diyorsun?”
Bir an şaşırdım, düşündüm ve “Ayet yazılı bir metin hatırlamıyorum” dedim.
Cebinden katlayıp çıkarttığı kısmı gösterdi. Risale-i Nur’dan Osmanlıca olarak yazılmış vecize kısmı olduğunu gördüm.
“Hassasiyetiniz için sizi tebrik ediyorum. Bu Arap alfabesi ile yazılmış Risale-i Nur’dan vecizedir” dedim.
“Onu anlıyorum, gene de bu alfabeyle yazılması ayak altına atıldığında mes’uliyet getirmez mi? diye tekrar sordu.
Bazı misaller vererek anlatmaya çalıştım ve ayrıldım.
Bugün Yeni Asya’yı bırakıp dönerken yine;
“Abi bakar mısın?” dedi. “Külliyat takım almak istiyorum, yardımcı olur musun? Hem kızıma göre (10-12 yaş) dinini öğrenebileceği kitaplar sizde var mı?”
“Hayhay, memnuniyetle yardımcı olurum. Sizin için tedarik ederim Külliyatı ve çocuğunuzun yaşına göre dinini resimli anlatan kitaplar da getiririm” dedim.
Dedi: “Yok yok, siz bana nereden tedarik edeceğimi söyleyin, ben siparişle getiririm. Bayılıyorum, mest oluyorum Risale-i Nur’a. Tanımakta geç kalmışız be abi, ne olur, bize ve bizim gibilere yardımcı olun. Birçok arkadaşım var, ne yapacağını bilmiyor. FETO denen birşey çıktı. Birçoğu korkuyor birisiyle birşey konuşmaya.”
Dedim: “Yeni Asya 40 sene öncesinden Hocanın yanlış bir yol izlediğini kendisine söylemiş, ikazını yapmış. Şu anki sıkıntılar yanlış gidilen yolun neticesi.”
Hayretle yüzüme baktı. “Doğru, yoksa şimdi bu gazeteyi dağıtıyor olamazdınız” dedi.
Endişelenecek birşeyin olmadığını, bu sıkıntıların geçici olduğunu dilim döndüğü kadarıyla aktardım.
Ayrılırken “Abi birşey daha sorabilir miyim? Yakınlarda hanımların katıldığı Risale-i Nur okunan evler var mı?” dedi.
İçimden “Elhamdülillah” dedim. “Yeni Asya şu tek hanımın Risale-i Nur’u tanımasına vesile olduğu için bile şahs-ı manevî itibarıyla ne kadar şükretsek azdır.”
Ve “Elbette var, hem de çok yakında haftada iki gün hanımlar arasında Risale-i Nur okunuyor” deyip adres verdim, tarif ettim.
“Ayrıca sizden kızıma bahsedeyim, hem tanışır, hem beraber derse gidersiniz” dedim.
Sevinçle “Peki eşimin de katılabileceği dersler var mı?” dedi.
Gülümsedim. “Hem de şu köşede. Tamam, o iş bende. Allah’ın izniyle daha yakinen tanışır, haftada bir gün de olsa cemaatimizle tanışır, kaynaşırız” dedim.
“Çok memnun olurum, inanın çok ihtiyacımız var ailece, boşluktayız” dedi.
Hayatın tam ortası burası.
Toplumun Yeni Asya’ya ilâç gibi ihtiyacı var.
Risale-i Nur nasıl ki inayet altında, Üstadımızın tasarrufu devam ediyor, Yeni Asya’mız da inayet altında, hizmetine devam ediyor.
Bizler hizmetle ve erişebildiğimiz her yere ulaştırmakla mükellefiz.
Sonucu halk eden Rabbimizdir.