Bediüzzaman’ın gaye-i hayali olan Medresetü’z-Zehrâ için Bitlis, Diyarbakır ve Van’ı teklif etmesi ve bu istikamette çalışması, Medresetü’z-Zehra’nın sadece Şark vilayetlerinde kurulacağı şeklinde anlaşılmasına sebep olmuştur. Bediüzzaman’ın ilk kurulacak medresenin Şark’ta açılmasını teklif etmesi ve ayrıca “Câmiü’i-Ezher’in kız kardeşi” olarak vasıflandırması önemlidir. Çünkü Bediüzzaman, kardeş kelimesini değil, çoğalmanın ve doğurganlığın bir işâreti olarak “kız kardeş” ifadesini kullanması çok manidârdır. Bu hususta, Medresetü’z-Zehrâ ve Câmiü’l-Ezher kelimelerindeki “Ezher” ve “Zehrâ” sıfatlarının ikisinin da Arapça, “çiçek” anlamına geldiğine ve bu kelimelerin aynı kökten gelmesi önemli bir tevafuktur. Bediüzzaman, ilkini Doğu Anadolu’da kurmaya çalıştığı bir dönemde başka yerde de medresesini açma düşüncesinde olduğunu biliyoruz. Daha Van’daki medresesinin temelleri bile atılmadan önce, 1910 tarihinde Tiflis’te, Rus polisi ile yaptığı konuşmada “Medresemin plânını yapıyorum”; “Bitlis, Tiflis kardeştir”1 ifadesini kullanması, onun Medresetü’z-Zehrâ’sını sadece Doğu Anadolu’ya has tek bir medrese olarak düşünmediğini ortaya koymaktadır. Ancak ideal olan Medresetü’z-Zehrâ’nın Van yahut Bitlis gibi bir yerde tesisi yanında, bütün Şark vilayetlerinde ma’ârifi geliştirmek için farklı medreseler açmak idealini birbirinden ayırmak gerekmektedir. Bediüzzaman, Medresetü’z-Zehrâ projesinin sadece Doğu vilayetlerinde değil, tüm İslâm ülkelerinde kurulmasını tahayyül etmiş ve âlem-i İslâm’ın uhuvvetine, muhabbetine, ittihad ve ittifakına bu proje ile ulaşılacağını düşünmüş ve öyle çalışmıştır.
Medresetü’z-Zehrâ’nın seviyesi ne olacaktı?
Bediüzzaman’ın, Medresetü’z-Zehrâ projesinin temel esaslarını belirlediğini görüyoruz. Bu mühim projesinin seviyesi ile ilgili de değerlendirmeler yapmış ve yol göstermiştir. Öncelikle “Dâr’ül-Fünûn”, “Dâr’ül-Fünûn-ı İslâmiye” gibi ifadelerle isimlendirdiği medresesini “Dâr’ül-Fünûn-u mutazammın” veya ”Medresetü’z-Zehrâ” namıyla “pek âlî bir Medrese” olarak tarif ettiği görülüyor. Bediüzzaman, bu projesi ile âlem-i İslâm’ın önemli problemlerini izale edeceğini düşünmektedir. Evvelâ Müslümanların arasında ittihad ve ittifakı sağlayacak marifet ruhunun tesisi gerekiyor. Bediüzzaman İslâm âleminin hastalıklarını Şam’da vermiş olduğu hutbesinde tespit etmiş ve tedavisi için bu dehşetli hastalıkların ilâcını da, bir tıp fakültesi hükmünde, hayat-ı içtimâiyemize, eczahane-i Kur’âniye’den ders aldığı reçetesi ile beyan etmiştir. Medresetü’z-Zehrâ’nın seviyesinin üniversite düzeyinde olduğu bizzat Bediüzzaman tarafından müteaddit def’alar zikredilmiştir. Zira Bediüzzaman, “Dâr’ül-Fünûn-u mutazammın” ”Medresetü’z-Zehrâ namıyla “pek âlî bir Medrese’nin”2 açılmasından bahsetmektedir. Bu ifadelerden Medresetü’z-Zehrâ mânâsı içerisine üniversitelerden başka eğitim müesseselerinin de girdiği anlaşılmaktadır.
Müderrislerin Özelliği
“Zülcenaheyn ve Kürdlerin ve Türklerin mutemedi olan ekrad ulemasını veya istinas etmek için lisân-ı mahalliye aşina olanları müderris olarak intihap etmektir.”3 Burada müderrislerin “zül-cenaheyn” yani zâhiri ve batıni; başka bir ifadeyle dini ve fennî ilimlere sahip olacak, Kürd ve Türkler’in itimad edeceği Kürd ulemâsından veya mahallî lisâna yani Kürdçe ile iletişim kurabilmesi için bu dile “aşina” olanların müderris tayin edilmesi ifade edilmiştir.
Dipnotlar:
1- Tarihçe-i Hayat, 2013, s.125
2- Eski Said Dönemi Eserleri
(Münazarat), 2013, s.290
3- Eski Said Dönemi Eserleri
(Münazarat), 2013, s.291