"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Perdelerin ardındaki sonsuz güzellik: Cemâl-i İlâhî - 3

Abdurrahman AYDIN
20 Ekim 2019, Pazar
Cemâl-i Mutlakı perdeleyen yetmiş bin hicabın bazılarını son yazımızda görmüştük.

Bu hicaplar niçin konulmuştur? Bu kadar çok hicap konulmasaydı ne olurdu? Hicaplar açılıp O cemâli müşahede mümkün olabilir mi?

Bu hicapların yani perdelerin bir kısmının kalkmasıyla bile bir defa imtihan sırrı bozulurdu. O Sonsuz Güzeli görmek için irade ve ihtiyarı kullanmaya gerek kalmaz, güzellik göze sokulmuş gibi olurdu. O taktirde “Güzel Gören” ile “Çirkin Gören” arasındaki fark kaybolurdu.

Hem bazı perdelerin açılıp arkasının görünmesi, normal bir insanın takatini aşar, belki cezbeye, hatta cinnete yol açardı. Bu zorluğu güneşin ışığına, atmosferin katmanlarından (perdelerinden) süzülüp kırılarak takatimize uygun hale gelmedikçe asla bakamayışımıza benzetebiliriz.

Meselâ, o perdelerden sadece mülk perdesi kalkıp melekût perdesinin arkasında bulunan Hz. Cebrâil (as) aslî sûretiyle yani perdesiz görünse, insan onda yansıyan güzelliğe ve ihtişama dayanamazdı. Nitekim Hz. Hamza gibi bir pehlivan, Rasûl-i Ekrem’den  (asm) niyaz etti ki “Ben Cebrail’i görmek istiyorum.”Kâbe’de ona gösterdi. Dayanamadı, bîhuş oldu, yere düştü.1

Ama aynı büyük melek, Allah Rasûlü’nün (asm) mi’raçtaki seyr-i sülûkünde binler perde ve tabakaları onunla birlikte geçtiği halde belli bir perdede kalmış, oradan ötesinde Rasûlüllah’a (asm) refakat edememiştir. Bu perde, nûr-u İlâhîye yakınlığı ve ondan hissesinin fazlalığı sebebiyle tarifi imkansız bir güzelliğe bürünen Sidretü’l-Müntehâdır. Haşiye 1 Burası da Hz. Cibril (as) için son sınırdır ki: “Buradan bir parmak ucu dahî öteye geçersem Rabbimin sübhât-ı vechi (yani envâr-ı vechi veya sübhaniyyat tecelliyatı) beni yakar” demiştir. 2

Server-i Enbiya (as) o perdeyi de geçmiş ve rü’yet-i cemal ile müşerref olmuştur. Nitekim “Sidreyi bürüyen şey (insanların idrak etmekten âciz olduğu nûr-u İlâhî) bürüdüğünde, gözü şaşmadı (Hz. Musa gibi metanetini kaybetmedi) ve sınırı da aşmadı. Vallahi Rabbinin âyetlerinden en büyüğü (olan Cemâlini) gördü” buyrulmuştur. Haşiye 2

Bu sonsuz Güzelin cemalini daha dünyada iken rü’yete mazhar kılınan ve bu yolu açan Rasûl-ü Ekrem’in (asm) ümmetine de müşahede makamı lütfedilmiş, rü’yetullah ise kendilerine cennette vaat edilmiştir. Onun açık bıraktığı bu yoldan, cismen değil ama kalben giden ümmeti tabakaları, perdeleri ve berzahları geçip müşahede makamına çıkabilmektedir. 

Zaten gâyetü’l-gâyâtı müşâhetullah olan Latîfe-i Rabbaniyenin insan ruhuna takılması bunun içindir. 3 (“Latîfe-i Rabbaniye” makalemize bakılabilir.) “Evliya-i ümmeti, ruh ve kalple cadde-i nûranîde Mi’rac-ı Nebevînin gölgesinde seyr-i sülûk edip istidatlarına göre makâmat-ı âliyeye çıkıyorlar.” 4

Cemâl-i İlâhîyi müşahede makamının Haşiye 3 uzun ve riskli yolu seyr-i sülûkte, kısa ve selâmetli yolu ise Risale-i Nurdadır. “Risale-i Nura sahip olanlarda yetmiş bin diye söylenen perdeler kalkmaya ve Varlık Dağı delinmeye başlar.” 5 Bediüzzaman Hazretleri Zühre, Katre, Reşha temsiliyle üç farklı karakter ve kabiliyetin bu perdeleri nasıl aşıp müşahede makamına erişebileceğini izah etmiştir. Bu üç tipten belki en avantajlısı fakir, renksiz ve enaniyetsiz olan reşhadır ki, sahabe mesleğine tebean iman, teslimiyet ve ubûdiyet yoluyla gittiğinden, akrabiyet sırrına mazhar olmakta ve hangi mertebede bulunursa bulunsun, ayn-ı şemse karşı, aynelyakîn tarzda, safî bakılacak bir delik, bir pencere bulmaktadır. 6

Bu üç tipin farklı versiyonları olduğunu ve her birinin tercih ettiği yolun da farklı olduğunu Lemaât’daki “Fatiha’nın âhirinde işaret olunan üç yolun beyanı” temsiliyle 7 yani bulut ardındaki güneşi görmek için biri yeryüzünü yürüyerek arkasına dolaşan, diğeri yeryüzünü delip arka yüzüne geçen, öbürü de âyâtın asansörüyle bulutların üstüne kolayca çıkan ve böylece güneşi görmeyi başaran üç adamın alegorisiyle bir başka açıdan ele alan Üstad Bediüzzaman’ın (ra) her üç yolu da denediğini, hakikate ve müşahede makamına her üç yol ile de vasıl olduğunu anlıyoruz. Mesnevî-i Nûriye’deki bir çok “i’lem” bu yollarda karşılaşılan perdelerin bir ifadesi ve aynı zamanda o perdeleri Kur’ân delgeçiyle nasıl açtığının hikayesidir.

Hakikat dersini üveysî bir surette “Perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek” 8 buyuran İmam-ı Ali’den (ra) aldığını 9 ifade eden Bediüzzaman Hazretleri, âyet asansörüne bindiren risaleleriyle “ayne’l-yakîne yakın bir ilme’l-yakîn” 10 yolunu, belki “ilmelyakînden aynelyakîne, aynelyakînden hakkalyakîne iblağ eden” 11 bir müşahede yolunu göstermiştir.

Rabbimiz dünyada müşâhede makamına kolay olan yoldan erişmeyi, ahirette de “RÜ’YETULLAH” ile müşerref olmayı nasip eylesin! Âmin!

Dipnotlar:

1 -19. Mektup, 15. İşâret, 2. Şube. 2 -Tecrîd-i Sarîh, X/59-60; TDV İslâm Ans. “Sidretü’l-Müntehâ” md.; Elmalılı, İsra, 1. 3- Hutbe-i Şâmiyenin 2. Zeylinin 2. Kısmı. 4- 31. Söz, 3. Esas. 5- Âyetü’l-Kübrâ, Hasan Feyzi (r.a)’in Takrizi. 6- 24. Söz, 2. Dal. 7 -Ayrıca bk. 31. Söz, 1. Maksadın sonu. 8- 7. Şua, Âyetü’l-Kübrâ, 16. Mertebe. 9- Emirdağ L. 288. 10- 7. Şua, Âyetü’l-Kübrâ, 14-15. Mertebe. 11- 7. Şua, Âyetü’l-Kübrâ, 2. Bab, 3. Menzil, 4. Hakikat. 

HAŞİYE 1: Sidretü’l-Müntehâ: son noktada bulunan ağaç anlamına gelir. Şecere-i Kevn de denir. Bütün âlemlerin müntehâ-i teşekkülatı olarak âlem-i emrin hududuna dikilmiştir. Kökleri Arş’ta dalları ise tüm mükevvenatı kuşatmış bir ağaç şeklinde gösterilmiştir. Burası Hz. Cibril’in aslî haliyle bulunduğu makamı ve aynı zamanda onun sınırıdır. Güzelliğini tasvir etmek imkânsızdır. Üstad “Cennetü’l-Me’vâ gövdesi” olduğunu söyler. Cennetin son noktası olması, yaratılmışlara özgü bütün bilgilerin burada son bulması gibi sebeplerle müntehâ ismi verilmiştir. Yukarıya çıkacak veya aşağıya inecek her şey o sınırdan alınıp verilir. bk. 31. Söz; TDV İslam Ans. “Sidretü’l-Müntehâ md.; Buhârî, Sahih, IV/246; Müslim, Sahih, I/146-149; Tirmizî, Sünen, V/387. 

HAŞİYE 2: Necm Sûresi, 53/16-18 Bu âyetlerin parantez içinde verilen yorumlarıyla bu şekilde anlaşılması da mümkündür. bk. Elmalılı, VII/4586. 

HAŞİYE 3: Müşâhede Makamı: En basit anlatımıyla ‘eşyâyı tevhid delîliyle görme’ olarak kabûl edilmiştir. (Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 262) Muhâdara, mükâşefe ve müşâhede şeklinde üç aşamada gerçekleşir. Muhâdara, Hakk’ın zikri ve fikriyle her anda ve her yerde ve her vesileyle O’nun hatırlanması, O’nun huzurunda olunduğunun fark edilmesidir. Risale-i Nur’un sebatkar okuyucularına kazandırdığı ilk hal budur. Bu halin inkişafı ve bütün letâife işlemesiyle Mükâşefe, yani delillere ihtiyaç kalmadan kalbin Hakk’ın huzurunda bulunması hali meydana gelir. Müşâhede ise hiçbir şüphe kalmadan Hakk’ın kalpte huzurudur. Müşâhede hissî bir görme ve algılama değil, mânevî ve ruhî bir keyfiyettir. İlme’l-yakîn, ayne’l-yakīn ve hakka’l-yakīn de bu üç halin başka bir tarzda ifadesidir. (bk. Gazzâlî, el-İmlâ, I, 79)

Fotoğraf: Kübra ÖRNEK

Okunma Sayısı: 2892
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Recep ziftci

    24.12.2022 12:42:46

    Amin amin amin.......

  • Hüseyin Avni Kabaçalı

    9.11.2019 15:20:24

    Rabbim sizleri ve cümlemizi Risale-i nur'a sahip olanlardan eylesin......hürmetlerimle efendim.....

  • Züleyha

    21.10.2019 00:45:10

    Yazılarınızla kafamızda ki perdeler aralanıyor, hakikatleri aklımıza yaklaştırıyor. Zihnen yeni ufuklar açacak yazılarınızın devamını bekliyoruz. Allah razı olsun.

  • harun

    20.10.2019 23:38:52

    Muhteşem.Hocamıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.

  • Nilgün Yılmaz

    20.10.2019 22:17:29

    Okudukça insanın dimağına lezzetler sunan bir yazı daha olmuş. ARO

  • Necati

    20.10.2019 18:58:59

    Çok istifade ettiğim bir yazı. Tebrik ediyorum muhterem yazarı. Yazılarının devamıni bekliyoruz.

  • Ravza Uğurtan

    20.10.2019 16:04:48

    Bulut ardındaki güneşi görmek için yeryüzünü yürüyerek arkasına dolaşmak veya yeryüzünü delip arka yüzüne geçmek yerine, âyâtın asansörüne bindiren risaleleriyle bulutların üstüne kolayca çıkaran bu hakikat ve müşahede yolunu bize lütfeden Rabbimize hamd olsun.

  • Zeynep Karaşoğlu

    20.10.2019 15:00:09

    Kim neyi ararsa onu buluyor. Güzel olan insan, fıtratı gereği güzelliği arar. Ve arayan, güzelliğin kaynağı olan Mevlasını bulur. Bela arayan da, ya bizzat ya da sonuçları itibariyle güzel olan bu alemi çirkin bulur ve içinde boğulur.

  • Nuray Karaşoğlu

    20.10.2019 14:50:31

    Hocam! Bu yazı, diğer yazılarınız gibi bazı perdeleri aralıyor. Ve büyüteç gibi, Risale-i Nurlardaki hakikatleri daha net görmemize yardım ediyor. Teşekkür ederiz.

  • Fikret KABA

    20.10.2019 14:37:41

    Haşiyedeki SİDRETÜL MÜNTEHA insanın aklını başından alıyor. Yahu biz dünya meşgalesi içinde boğuluyoruz. Bu hakikatler ise bizi ulvi alemlere götürüyor. Allah razı olsun.

  • Msaydin

    20.10.2019 14:16:56

    Anin, Yine harika bir yazı maşallah hocam

  • Recep Tuna

    20.10.2019 09:50:19

    Maşallah barekallah Sanatıyla akılları hayrette bırakan Zatı bütün kusur ve noksan sıfatlardan tenzih ederiz.

  • Recep Tuna

    20.10.2019 09:13:26

    سبحان من تحىر في صنعه لعقول

  • Uğur aran

    20.10.2019 08:03:23

    Çok teşekkür ederiz. Yüreğinize sağlık

  • Naci

    20.10.2019 04:47:47

    Çok istifade ettik, Allah razı olsun.

  • 672'li

    20.10.2019 01:19:17

    Elfu elfi amin. Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamun aleyke Ya Rasulallah....

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı