Türkiye Cumhuriyeti’nin Kanunla onayladığı İstanbul Sözleşmesinden Kanunla değil de Cumhurbaşkanı kararı ile ayrılmasından sonra konu hakkında Danıştay da oy çokluğu ile “bu işlem kanuna ve Anayasa’ya uygundur” demişti.
Bu karar üzerine TBMM’nin onayladığı bir anlaşmadan yeni bir TBMM kararı olmadan yürütmenin tek yanlı olarak çekilme yetkisinin olup olmadığı hususu yeniden tartışılmaya başlandı. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendisine ait yetkinin yürütme tarafından gasp edilmesine sessiz kalması yeniden eleştirildi.
Karar’dan İsmet Berkan’ın konuyla ilgili bu yöndeki yazısı üzerine Meclis Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop kendisini aramış ve bazı açıklamalarla kendisini ve Başkanlık tarzını savunmuş.
Sayın Berkan sonraki yazısında bu açıklamalardan tatmin olmadığını şu cümlelerle anlatıyor:
“Burada önemli olan, Meclis’in kendi yetkilerine kıskançça sahip çıkıp çıkmadığı. ./. Bizim Meclis’imiz böyle bir kıskançlık içinde değil maalesef. Bırakın uluslararası sözleşmeleri, en temel hakkı olan bütçe hakkını ve vergi salma hakkını bile yürütme erkine neredeyse devretmiş bir Meclisimiz var bizim.”
Doğru söze ne denir? “Doğru” denir.
Anayasanın 94/6. maddesi açık: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar.”
Sayın Şentop’un Başkanlık görevini kabul etmekle artık bir yönüyle iktidar partisinin milletvekili olmadığını da kabul ettiği açık. Başkanlık bunu gerektiriyor.
Meclis Başkanı gibi değil, bir Anayasa Hukuku profesörü gibi hiç değil, pratik ve pragmatik sade bir siyasetçi gibi davranmak kendisine yakışan bir tutum değil. Maksadımız kendisini üzmek değil. Ama dost acı söyler.
Nitekim Prof. Dr. İzzet Özgenç de kendisini ve bu açıklamalarını şu cümlelerle eleştirdi:
***
Kişi hak ve hürriyetleri ile ilgili milletlerarası anlaşmalar, ancak onaylanmasını uygun bulan kanuna dayanılarak onaylanabilir. Dolayısıyla onaylamaya muvafakat etmek, TBMM’nin yetkisindedir.
Cumhurbaşkanı, ilgili milletlerarası antlaşmayı, onaylanmasını uygun bulan kanuna dayanarak onaylar.
Usulde paralellik ilkesi gereğince, TBMM’nin onay kanununa istinaden onaylanan,
a) iki taraflı bir anlaşma ancak kanuna dayanılarak feshedilebilir.
b) çok taraflı bir anlaşmadan taraf olmaktan, yine ancak kanuna dayanarak çıkılabilir.
Bu itibarla, TBMM Başkanı Sayın Şentop’un bir milletlerarası antlaşmanın feshine dair açıklamalarının hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Sayın Şentop’a düşen görev, TBMM’nin kurumsal yetkilerini erozyona uğratan uygulamaları tasvip etmek değil, bu yetkilere sahip çıkmaktır.”
***
Meclisin bir uluslararası anlaşmaya dair onaylama kararının (kanununun) yürütmeye yönelik bir talimat olduğunu ve dolayısıyla yürütmenin bu talimatı adeta keyfine göre ve tek yönlü olarak evirip çeviremeyeceğini ve sümenaltı edemeyeceğini bilmemek için hukukçu olmamak da yetmez. Ama hukukçuların alkışlarıyla ve göz göre göre “oluyor”.
“Türk Tipi” Başkanlık Sistemi denilen bu ucube sistemsizliğe geçilirken, bazıları da akademisyen olan birileri, bu sistemle birlikte TBMM’nin; başkandan, hükümetinden ve yürütmeden bağımsız olarak hareket edeceğini ve daha da güçleneceğini yazıp söylemişti.
Böyle söyleyenlerin, gelinen noktada, bu yöndeki beklentilerinde yanıldıklarını kabul etmeleri kolay değil. Ama bu sözlere inananların çoğu “evet yanıltıldık” diyor.
İş işten daha fazla geçmeden “tek adam”cı bu yanlış yoldan geri dönmek lazım. Altılı Masa ve Demokrasi İttifakı işte bu sebeple önemli.