"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Brüksel ve Şanghay arasında

Ahmet ŞAMİL
15 Ekim 2022, Cumartesi
Türkiye’nin yıllardır süren Avrupa Birliği adaylık süreci hiç olmadığı kadar tıkanmış bir durumda.

Zaman zaman hükümet temsilcileri ve hatta Cumhurbaşkanı hâlâ AB’nin Türkiye için bir hedef olduğunu dile getirse de, söylemler aksiyonlarla örtüşmüyor. Geçtiğimiz günlerde Şanghay masasında verilen pozlar da bu tıkanıklığın ne kadar derin olduğunun göstergesi. Elbette sonsuza dek böyle git gel yapmak mümkün olmayacak. Bu açıdan üç seçenek söz konusu: AB ile yakınlık, Şanghay ile yakınlık veya uluslararası yalnızlık. Bize göre, Türkiye’nin jeopolitik konumu ve günümüz dünyasında yalnız kalan ülkelerin durumları da göz önünde bulundurulduğunda üçüncü seçenek gerçek bir seçenek değil.

O zaman gerçekte iki ihtimal var: AB veya Ş5. Nedir bunların özellikleri, farkları ve amaçları?

Şanghay Beşlisi ile başlayalım. Şanghay İşbirliği Örgütü veya Şanghay Beşlisi ve Şanghay Paktı; Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın 1996 yılında oluşturdukları uluslararası bir örgüt. Günümüzde Özbekistan, Hindistan, Pakistan ve İran’ın da katılmasıyla üye sayısı 9 olmuştur.

Ekonomik ve kültürel işbirliğini amaçlayan bu örgütün benimsediği temel ilkeler; karşılıklı güven, karşılıklı yarar, eşitlik, istişare, medeniyetlerin çeşitliliğine saygı ve ortak kalkınma arayışı olarak belirtiliyor. Aşağıda AB kısmında daha detaylıca göreceğimiz; demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi temel değerlerden söz edilmemekte.

Özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin, Rusya’nın ve Hindistan’ın din özgürlüğü ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere insan hakları ihlalleri ve ekonomik eşitsizlik açısından dünyanın önde gelen ülkeleri durumunda olduğunu göz önünde bulundurunca bu durum şaşırtıcı değil.

Bu örgütün insan haklarına bakış açısı; bu hususların devletlerin kendi iç meselesi olduğu ve herhangi bir uluslararası organizasyonun veya devletin bu işlere karışmaması gerektiği yönünde. Bu açıdan insan haklarının evrenselliği reddediliyor. Bu bağlamda üyelik şartı olarak insan hakları, hukukun üstünlüğü veya demokrasi kalitesi hakkında bir gereklilik elbette aranmıyor. Mesela bu yüzden, Çin’de kamplarda yaşayan, çocukları ve eşleri ailelerinden koparılan 8 milyon Müslüman Uygur hakkında yüzde 95’i Müslüman olan Pakistan devleti bile ses çıkarmıyor, “Çin ne diyorsa doğrudur” diyor.

AB ile devam edelim. Günümüzde 27 üyesi olan AB’nin kurucu antlaşmasının 2. maddesi Birliğin kurulduğu temeli ve Şanghay İşbirliği Örgütü ile arasındaki ana farkı ortaya koyuyor: “Birlik, insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil olmak üzere insan haklarına saygı değerleri üzerine kuruludur. Bu değerler, çoğulculuk, ayrımcılık yapmama, hoşgörü, adalet, dayanışma ve kadın-erkek eşitliğinin hâkim olduğu bir toplumda üye devletler için ortaktır.”

Öyle ki hem antlaşmanın diğer maddeleriyle ve hem de AB hukukuna yeni eklenen mekanizmalarla bu ilkelerin çiğnenmesi ciddi ekonomik ve siyasi yaptırımlara bağlanmış durumda. Macaristan ve AB arasındaki son gelişmeleri takip edenler yaptırımların ciddiyetini anlayacaktır.

Bu maddeye ek olarak AB’ye üye olma şartları arasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olmak ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin otoritesini tanımak yer alıyor.

Kuruluşunda ekonomik gayelerin itici güç olduğu ancak günümüzde bunun çok ötesinde birbirine bağlanmış ülkelerden oluşan AB, 75 sene önce birbirini parçalayan rakip ve hatta düşman devletleri ortak değerler etrafında birleştirmiş durumda. Kendi içinde de demokratik bir yapı kuran AB’nin işleyen ve efektif bir parlamentosu da var. 705 vekili olan parlamento 450 milyon AB vatandaşını temsilen, seçimle göreve geliyor. Şanghay’da böyle bir yapı söz konusu değil.

Türkiye’nin git gel yaşadığı eksenin iki ucunun, en temel farklarını çok kısa özetledik. Bu örgütlerden birine yaklaşmak kaçınılmaz olarak diğerinden uzaklaşmak anlamına geliyor.

Şanghay’a doğru atılan her adım, her üyesi gibi, otokratlar tarafından yönetilen, ekonomisi büyüse bile kişi başı milli gelirleri düşük kalan, gelir adaletsizliğinin had safhada olduğu, demokrasisi olmayan ya da yalnızca adıyla var olan ve müspet fikirlerin tamamının can damarı olan “hürriyet”in hiçe sayıldığı ülkelerden biri olma riskini barındırıyor.

Bütün bu bilgilere göre tercih nettir: İstibdada evrilmeye uygun devletlerarası güç dengelerinden ziyade müzakere kültürü ile yürüyen ve yirmi yedi üye devletin içinde ve arasında bir demokrasi kurmuş olan AB’ye yönelmek ve bu yönelimi destekleyen siyasetçileri desteklemek elbette daha doğru olacaktır.

Okunma Sayısı: 828
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı