İslâm âleminin ve ülkemizin bugün de cezay-ı sezasını gördüğü en büyük mesele fikir, inanç, ifade hürriyeti ve şeriatın ruhuna uygun meşrûtiyetin/ demokrasinin yokluğudur.
“İmanın hassası hürriyetin” (Bediüzzaman, Münâzarât, s. 59), ve dahi meşrûtiyetin Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye çerçevesini; Asr-ı Saadetin şahane modelini, dört mezhebe dayanan delillerini ortaya koyar Bediüzzaman.
Bu dünyaya imtihan olmaya geldik. Ve o hür irade olmaksızın olmaz! Kadere iman, “Hür iradeyi” gerektirir. Hürriyetle ilgili düşüncelerini Meşrûtiyetin ilânının üçüncü gününde 27 Temmuz 1908 tarihinde İstanbul/ Sultanahmed Meydanı’nda, bir hafta sonra da Selânik’te meşrûtiyetin mânâsı ve ehemmiyeti üzerine bir nutuk irad eder.
Gazetelerde başta hürriyet, meşrûtiyet olmak üzere muhtelif yazılar yazar. “Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” der. (Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, s. 18)
Bediüzzaman, her zaman ve zeminde fikirlerini pervasızca söyler. Derviş Vahdetî’yi edeb ve nezakete dâvet eder, düzeltir: “Biraderim Derviş Vahdetî Beye!” başlığıyla çıkıp, ilk cümlesini, “Edipler edepli olmalıdır…” (Bediüzzaman ESDE, Nutuk, Mart 2009, s.124) şeklinde uyarır.
Mizan Gazetesi’nde de makaleleri neşredilir. (Mizancı Mehmed Murad Bey’in (1896-1908) çıkardığı gazete.) Şehzadebaşı Ferah Tiyatrosu’nda verdiği konferansı sabote etmek ve konuşmasına mâni olmak için buraya gelen İttihatçıların eylemi, Said Nursî’nin gayretleriyle boşa çıkarılmıştır. Bu grubun çıkardığı gürültü ve kargaşa üzerine kürsüye çıkan Bediüzzaman, Mizancı Murad’a sahip çıkarak, “Hatibin sözünü kesmenin, meşrûtiyet âdâbına uymadığı”nı belirtir.
Çok yönlü bir fikir adamı olan Mizancı Murad, hürriyetin tarifi ve sınırları konusunda Tanin yazarı olan Hüseyin Cahit ile tartışmaya girmiştir. Bu fikrî münakaşada Mizancı Murad’ı destekleyen Bediüzzaman, onun haklı, Hüseyin Cahit’in ise haksız olduğunu ifade etmiştir.
Ayrıca “gerçek hürriyet”i tarif ederken, “Tam ve mükemmel hürriyet, kişinin firavunlaşmaması ve başkasının hürriyeti ile alay etmemesidir. Şüphesiz, gaye haktır; ama mücadele üslûbu uygun değildir” (Bediüzzaman, Münâzarât, s. 56) tesbitinde bulunmuştur. Bize düşen, bu Kur’ân’ı, Nebevî hakikatleri özümsemek ve avama güzel bir nümune-i imtisal olmaktır.