Ekonomik krizin (siyasî, sosyal, manevî boyutlarıyla) birkaç temel sebebi vardır:
Tevekkül ve kanaati yanlış anlamaktır. “Riyaset-i şahsiye”nin (kişiye veya zümreye dayalı yönetim sistemi) uygulanması. Demokrasi, meşveret, şeffaflık ve sorgulama yok.
“Sen çalış ben yiyeyim, başkası açlıktan ölse bana ne?” anlayışı.
Malın bereketini götüren faiz! Meşveretin kurumsal hale gelmemesi. Halbuki, bir kişi, bir yönetici, “günde üç iğne” üretir. On iğne ustası birleşirse, bir kişi 300 (10 kişi 3000) iğne üretir.
Zira,“Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir.”
Sosyal doku ve ekonomi; haksızlık, hukuksuzluk, faiz, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, adam kayırmacılık yüzünden çöküşe gidiyor.
Adaletsizlik meselesine gelince: Yetkiler, makamlar ehline, liyakat esasına göre verilmiyor. Âdil gelir dağılımı yok. İşler, makamlar, ihaleler yandaşlara verilmiş.
Nisâ Sûresi’nin 58. Âyetinde mealen şöyle buyurulur: “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.”
Millet yapısında en büyük emanet, milleti idare edenleri seçerken işi ehline, liyakata göre vermektir; yoksa mülâkata göre değil!
Dindar fertler, aileler, cemaatler, toplum katmanları biribirine düşürülmüş.
İktidar, siyasetçiler içeride dindarlar ve sosyal hayatın lâzime-i zaruriyesi olan cemaatlerle cedelleşiyor, dışarıda komşularıyla, AB ile, vesaire ile kavga ediyor.
Gayr-i meşrû işler yapan müesseseler, ekonomik, ticarî, sanayi şirketleri, okullar, basın-yayın (medya) kuruluşları teftiş edilip gerekli hukukî düzenlemeler yapılacağına, kontrol edileceğine kapatılmış, ortadan kaldırılmış.
Bu durumda sosyal, siyasî kriz ve ekonomik çöküş kaçınılmaz değil mi?