Mi’rac mu’cizesine insan yürüyüşü, uçak, uzay araçları hızları, astronotların uzay elbiseleri ve dalgıç kıyafetleri pencerelerinden de bakabiliriz. Şöyle ki:
Mekke-Kudüs uçak uçuşu mesafesi 1243, karayolu 1.483 kilometre. İnsan saatte 5 kilometre yol kat’eder. Gece-gündüz hiç durmamacasına yürüyen Mekke’den Kudüs’e 12.5 günde gider. 70 km hız yapan bir vasıta aynı mesafeyi 21, uçak 1.5 saatte alır.
Dünya ile Ay arasında ortalama uzaklık 384.403 km’dir. Apollo 11 (Neil Armstrong…) saatte 2000 km hızla, 8 günlük uçuştan sonra 20 Temmuz 1969’da aya iniş yaptı. Bugün en hızlı uzay aracı saatte 265.500 km hız yapan Juno aya 2 saate gider.
İşte aynı süreyi farklı yaşayıp, farklı işler yapmak demek olan göreceli, izafi, nisbi zaman budur. Peygamberimiz (asm) Mi’rac’a, ışık hızını aşan “Refref/Burak”la, (7 semavatta seyahat edecek vasıtayla) bir anda gitmiş, gelmiştir. İnsan su içinde de 5 dakikadan fazla yaşayamaz. Dalgıçların su içinde uzun süre kalabilmek ve soğuk sularda ısıdan etkilenmemek için, azot ile şişirilmiş neoprenden ve naylondan üretilmiş ve vücut ısısını koruyan dalış elbiseleri kullanır. Tabiî ki, oksijen tüpleri de şart…
Son derece âciz ve fakir insanlar uzay araçları, kıyafetleri, deniz altı vasıtaları, dalgıç elbiseleri yapabiliyorlarsa; elbette sonsuz ilim, irade ve kudret Sahibi, Âlim ve Kadir-i Zülcelâl olan Allah (cc), Habib-i Zişanı Hz. Muhammed’i (asm) ışık hızından milyarlarca kat hızlı gidecek vasıta, 7 kat semavatı aşacak maddî manevî elbise ile donatmaz mı?
İşte Mi’rac, “Zât-ı Ahmediyenin (asm) merâtib-i kemâlâtta seyr ü sülûkundan ibârettir. Yani, Cenâb-ı Hakk’ın tertib-i mahlûkatta tecellî ettirdiği ayrı ayrı isim ve ünvanlarla ve saltanat-ı rubûbiyetinde teşkil ettiği devâir, tedbîr ve icadda ve o dairelerde birer arş-ı rubûbiyet ve birer merkez-i tasarrufa medâr olan bir semâ tabakasında gösterdiği âsâr-ı rubûbiyeti, birer birer o abd-i mahsusa (özel kulu, elçisine) göstermekle, o abdi hem bütün kemâlât-ı insaniyeyi câmi’, hem bütün tecelliyât-ı İlâhiyeye mazhar, hem bütün tabakàt-ı kâinata nâzır ve saltanat-ı rubûbiyetin dellâlı ve marziyât-ı İlâhiyenin mübelliği ve tılsım-ı kâinatın keşşâfı yapmak için Burak’a bindirip, berk gibi, semâvâtı seyrettirip kat-ı merâtib ettirerek, kamervârî menzilden menzile, daireden daireye rubûbiyet-i İlâhiyeyi temâşâ ettirip o dairelerin semâvâtında makamları bulunan ve ihvânı olan enbiyâyı birer birer göstererek, tâ Kàb-ı Kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyet ile kelâmına ve rü’yetine mazhar kılmıştır.” (Bediüzzaman, Sözler, Enstitü/internet, s. 518)