Ben çocukluğuma gidiyorum.
Bu yalanlardan bıktım!
Zaten yokluklar, hastalıklar...
Bir de bu köşe kapmacalar...
Biz de çok oynadık çocukken.
At arabalarının üstünde, evlerde...
“Köşe” bulduğumuz her yerde...
Büyükler hâlâ oynuyor.
Çocukluğunu yaşamamış bunlar.
Gelirsen gel!
Tadı kaçtı buraların...
Krizler, virüsler ve saireler...
Kümes gibi üst üste daireler...
Ne bahçe, ne gökyüzü, ne horoz sesi...
Köyü çoktan kovdu; şehirden gelen mahalleler.
Şimdi gideceğin köy de yok artık!
Ekmekler, sütler şehirden...
Boşuna kapanmadık evlere;
Çocukluğumuzun izlerini sildiler.
Naylon elbiseler giydirip, naylon meyveler yedirdiler.
Derken salgın bir korku geldi.
Oraya değme, burayı elleme.
Yaklaşma bana; uzak dur.
Ölene kadar evden çıkma!
Sokağa çıkma, dağa çıkma, göğe bakma!
Otur evde; ne anneni gör, ne babanı!
İnternet denilen tarlayı ek, biç!
Yine de gelirsen gel!
Şu çocukluğumuza gidelim.
Misket oynayalım, uçurtmalar uçuralım.
Toprak kokan ekmekler yiyelim.
Hesap bilmeyen kasap;
Ne satır bırakırmış ne masat...
Bahçelerimiz, bağlarımız; mütevazı dostluklarımız vardı.
Tuz alırdık komşumuzdan; soğan, sarımsak...
Sıcacık tandır ekmekleri, bazlamalar...
Közde patlıcanı, patatesi özledim.
Salçalar, pekmezler kaynardı sabahlara kadar.
Paramız pulumuz azdı; kıt kanaat yaşardık.
Yaşardık ama!
Gelirsen gel!
Tadı kaçtı buraların.
Ben çocukluğuma gidiyorum.
Sönmemiş yıldızları var çocukluğumun.
Pırıl pırıl içtiğim cam gibi sabahları...
Bu amcalardan köşe kalmaz bize.
Sofralarına çağırmaz bunlar.
Bir kuş sesi, kaval sesi, kuzu sesi bulalım.
Zikrini duymaz olduk suların, rüzgârların.
Fikrini sormaz olduk okuyup yazanların.
İnsan “şükür fabrikası”ymış;
Farkına varırmış nefeslerinin.
Besmele... açılışıydı bu fabrikanın.
Ne olduysa oldu; dönmez oldu çarklar.
Dönmez oldu Kâbe.
Bana müsade...
Çocukluğum: “Geç kalma; yeter!” diyor.
Gelirsen gel; çocukluğum beni bekliyor.