O “tire”de olacak ne olacaksa…
Her ömür o “tire” kadar ve saire…
Geçen geçti; ağlamak, sızlamak neye!
Sen yeniden başla yeni bir hikâyeye.
Tesbih tanesi gibi dağılıyor ömrüm.
Mevsimlerin bir acelesi var.
27 Mart, Bin Dokuz Yüz… üç nokta…
Dilim varmıyor; selden, rüzgârdan beter saatler…
Duran bir şey yok; bu bir dönüş âlemi…
Parlayış, sönüş, diriliş ve çözülüş âlemi…
Gün bitiyor, ay, yıllar… bir adım gibi…
Bana bitmeyen aşklar, baharlar getir.
Geceler bir mum gibi eriyor.
Bulutlar gibi dağılıyor ömrüm.
Heey, çocukluğum, duy da gel, beni!
Hangi dar sokaklarda kaybettin bilyelerini!
Gazoz kapaklarını oyuncak diye toplayan… sen miydin?
Kokulu ciklet paketlerinden… artist fotoğraflarını…
O gülen tombul yüzünü çok özledim.
O sebepli sebepsiz gözyaşlarını…
O dizi açılmış pantolonlarım duruyor mu?
Eski yastıklarda çocukluğum uyuyor mu?
Renkli fırıldaklarım döner, döner, dönerdi.
Uçurtmalarımı hangi rüzgarlar uçurdu!
“Yaş, otuz beş; yolun yarısı eder.
Gözünün yaşına bakmadan gider.”
Pişman ve evet kırk altısında, ölüm şairi Cahit;
Anlamadan bu misafirliği; dünyayı terk eder.
“Bilirim; ne yapsam hata…
Yanlış attığım her adım.” der miydi yoksa!
“Kadrini bilmediğim günler…” diyor.
Koklamadan attığı gül demetlerine üzülüyor.
İçim kan ağlar; görünce şairleri melûl, mahzun…
Çoğunun hikâyesi hem çok kısa hem çok uzun…
Kaç yaşındasın, diyorlar da… sararmış takvimlere baksana!
“Şimdi” yaşında biriyim; yolculuk şimdiden, şimdiye…
Kaç böyle bahar soldurup geldim.
Saçlarımı yıllara yoldurup geldim.
Sepetime pişmanlıklarımı doldurup geldim.
Bana solmayan baharlar getir.
Gençliğim, arada gel; beni böyle terk etme!
O gülümsediğim aynalar da olsun cebinde!
*
Yirmi Yedi Mart… yok; yeter; bu böyle kalsın.
İsteyen bulur; bu saklanış niyedir, diye…
Küçük Ali Mahallesi, İyiler Sokak…
Daracık sokaklar, mütevazi evler…
Erciyes’in eteklerindeki beyaz şehir…
Kışlarını iliklerime kadar yaşadım; yazları desen çöl…
Bunca yılın bir eseri olmalı; değil mi!
Koca bir ömür geçip giden; nerdesin?
Sorsan; bir hüzün her yanım.
Bin veda, bin çığlık, bin gözyaşıyım.
İnsan geldim bu âleme; farkındayım.
İnsan gitmek muradım…
Yalandan uzaklık olsun ilk “adım.”
Ne kadar makam varsa; konan konsun.
Dostlarım bilir; hiçbirinde gözüm yok.
Kuşların yuvasız kalmadığı bir dünya aradığım.
Kurtlar kuzularla yaşasın bu ahirzamanda.
İsa gelmişse; bilmek, görmek isterim.
O gelince adalet gelecek diyorlar.
Her şey ayan olup beyan olacak diyorlar.
Kıyamet günler mi yoksa bu yaşadığımız!
Okuduğum kitaplar öyle söylüyor.
Cehaletten, fakirlikten, kavgadan bıktım.
Bir merhaba, bir guten tag, bir tebessüm…
Çiçeklere gülücükler atan sokaklar beton…
Toprak kokusu, ekmek kokusu, insan kokusu hasretimiz.
Çok yoruldum; en çok kabalıklar, ah, o hırslı adamlar…
Nefes nefese olacak ne vardı; nefeslerin farkında olmak varken!
O gidip gelmeler, o didinmeler, o diplomalar…
Çoğuna gülüyorum; sıfıra sıfır; elde var sıfır… mı?
Fır fır başım döndü; ey gürültü, sus!
Ey yalancı vitrinler, boyalar, cilalar tanıyorum, sizi.
Ey şu çiçek açmış bir erik ağacı etmeyen şatafat dedikleri.
Kuşlara, papatyalara, dağlara, ovalara…
Derelere, tepelere uzanan pis ellerinizi çekin ordan.
Hayatı görmek istiyorum.