“Aziz, sıddık, sebatkâr, fedakâr, sarsılmaz, bahtiyar, mübârek, muhlis, kardeşlerim” hitâbına mazhar olan gayretli Nur Talebelerindendi merhum Zafer Ferah.
Çocukluğunda görürken, on yaşında Risaleleri tanımış, on üç yaşında göz tansiyonu hastalığından “görmez” olmuştu. Buna rağmen dikkatle dersleri tâkip eder, görürcesine bir dakiklikle ders esnasında aktif katılımlarda bulunurdu; müdâvimliği o denli idi ki gelemediğinde derhal fark edilip sorulurdu.
Dâvâya dair meselelerde esaslı ve isâbetli tesbitler yaptı, hep meşveret kararları istikametinde durdu. Mâsumiyeti perdesinde doğru düşünce ve fikriyatında ciddî bir direnç sergiledi. “Sabit-kadem ve fedakâr ve kemâl-i sadâkatte daim bir Nur talebesi” târifine masadak oldu.
Nâzikti, nezihti, nezâhetli idi; en ince konuları dahi kavrardı. Sebat ve metânetle çalışır, araştırırdı. Meseleleri tam vukufiyetle tahlil ederdi. Mânevî himmeti gibi maddî himmetini aksatmazdı. Son gelişlerinde âdeta helâlleşmişti. Tam bir hizmet eriydi, isimsiz kahramandı, Yeni Asya sevdalısıydı.
Keza a’mâlar arasındaki fikri tartışmalara etkin olarak katılır, Risalelerdeki müsbet fikriyatın tebliğini büyük bir şevkle yapardı. Risalelere, Nur Talebelerine, Yeni Asya’ya ve câmiaya yöneltilen iddia ve isnadları önemser, makale ve paylaşımlarla ilgilenirdi. Sosyal medya mecrâlarını izler, Nurlar’la alâkalı eleştiri ve isnadları haber verir; cevap verilmesine çalışır, iknaya uğraşırdı.
Bundandır ki sohbet aralarında bir ağabeyin zaman zaman kendisine “sosyal medya fenomeni” diye takılması hoşuna gider; kendine has tebessümle karşılardı.
GENİŞ HİZMET HEDEFLERİ VARDI…
Özellikle içtimâî derslerde fikrî müzâkerelere iştirak eder, geniş yelpazede çeşitli ideolojik gruplar arasında ve muhtelif plâtformlarda Risalelerdeki tevhid bahislerinin yanı sıra “meşrûtiyet/demokrasi, hürriyet, adâlet” gibi temel içtimâî târiflere dair izâhlar aktarırdı.
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu idi. İhatalı irfanıyla geniş bir sosyal çevresi vardı.
Zaman zaman a’mâlar için geliştirilmiş beynelmilel Braille alfabesi yazım sistemiyle (kabartma) yazılmış Risalelerden düzgün telâffuzla ders okurdu; ışıklar sönünce ders yapma sırası zaten onundu.
Farklı kesimlerle güçlü diyalogla irtibat bağlarını Nur’un hakikatlerini aktarmada kullanırdı. A’mâlar âleminde geniş alanda ileri hizmet ideali ve hedefleri vardı; yakın zamanda bu sahada sırf a’mâlara Risale yazımı için Braille yazı makinesi almıştı.
Aslında dünya ona “gölge” gibi “sanal”dı. Sorduğumuzda “ışıkla karanlık arasında açık ve koyu gölge gibi görünüyor” derken dünya hayatının bir gölgeden ibâret olduğunu fehmettirirdi.
Hep gülümser, gülümseyerek anlatırdı. “Görmüyor musun!” diye takılanlara “Sen de mi?” diye karşılık verirdi. Bir defasında ışıkların gitmesi üzerine abdest için salondan çıkarken, “Bu karanlıkta nereye?” diye soranlara gülerek “ne karanlığı” cevabıyla herkesi güldürmüştü.
Kendisinden önce ağabeyi Ahmed’in hastalığını soranlara bütün safahatıyla anlatırken, sanki kendisinin hastalığını hissetmişçesine iki haftalık süreci özetlemişti…
KEMÂL-İ FERÂHLA “CENNET BAĞLARINI TEMÂŞÂYA” GİTTİ
Dâvâsına sâdık ve sahipti. Son dönemde Anadolu’da müdakkik ve Risalelere vakıf Nur Talebeleriyle birlikte “Nur grupları” online ders programlarına iştirak etmiş; en son davet üzere katıldığı “Çorlu dersi”nde yine kaderin bir cilvesi olarak Hastalar Risalesi “On Dördüncü Deva”dan okuması, hakkındaki “hüsn-ü şehâdet”in canlı vesikası olmuştu.
Bu dersle, “Kabir, ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir…” mânâsındaki hadisinin ihbarıyla önceden “Cennet bağlarını, bahçelerini seyretmeye gidiyorum” selâmı ve vedâsıyla “Üzülmeyin, Üstadın Kur’ân tefsirindeki ‘İşte böyle gâyet nurlu ve toprak altında iken göklerin üstündeki Cenneti görecek ve seyredecek bir gözü, bu gözündeki perde altında, şükürle, sabırla bulabilirsin.
İşte o perdeyi senin gözünden kaldıracak, o gözle seni baktıracak göz hekimi, Kur’ân-ı Hakîmdir’ müjdesine mazhar oldum!” beşâretiyle hüzünlerimiz müjdeye dönüşüyor. Ağlayan kalplerimize teselliler veriyor.
Ondandır ki mâsumiyeti ve samîmiyeti içinde halisâne “son dersi”ni dinleyen ve irtihaliyle “Nur hesâbına müteessir olan ders-sohbet arkadaşları ve dostları, “kabrinde kemâl-i ferahla cennet bağlarını seyrettiği”ne kaniler…
“HÜSN-Ü AKİBETİNE, SADÂKAT VE SAMÎMİYETİNE ŞEHÂDET”
Hastalığının son safhasında alındığı “yoğun bakım”da sanki “yoğun mânevî tasaffi”ye tâbi tutulmuştu.
“Şifâ duâları ve niyâzları” hakkında rahmet-i Rahmana kavuşma olarak tecelli etmişti.
Bunun içindir ki Üstadın “Siz de ağlamayınız ve şükrediniz!” ikazıyla “hastalık, onu da inşallah büsbütün günâhsız, mâsum yaptı, Cennet tarafına gitti; bu nokta-i nazardan, ben tebrik ediyorum. Ve hem tâziye, hem mânen tebrik ediyorum” duâsına mazhar ediyor.
Genç yaşında Hakk’ın rahmetine kavuşan “gençlerin ağabeyi” hizmet ehli mâsum ve merhum Seyfettin Gültekin gibi vefâdar ders arkadaşlarının “Zafer Kardeşi”ydi. Ankara’nın “fidan”ı iken, Cennette meyve veren bir “nurlu şecere” oldu.
Bu bakımdan Ankara Nur dairesini tâziye ediyoruz.
“Binler rahmet ruhuna insin; kabri de Kur’ân ve Nur’un bir menzili olsun, amin.”
“Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, “hayat-ı bakiye harmanı olan Mahşer”de hâlisane hizmetlerini şefaatçi eylesin, Risale-i Nur’un bütün yazılan ve okunan harfleri adedince a’maline hasenat yazdırsın, amin.”
Ve okuduğu, yazdığı ve yazmayı düşündüğü “Nurlar’ın hurufları adedince hazine-i rahmetinden ruhuna rahmetle garik-i rahmet ve mağfiretle Cennette mesrur eylesin, sabr-ı cemîl ihsan etsin, amin…”