Geçtiğimiz hafta bir yerel televizyonda AKP’li Ordu milletvekil Şenel Yediyıldız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı överken “Tayyip ağabeye ihaneti bırak, sırtımızda taşımamız, ayakkabısını elimizle yalamamız lazım” cevabı siyasetin içine düştüğü çürümüşlüğü bir defa daha ele verdi.
Daha önce de bir düğünde evlilik cüzdanını geline verirken “Sayın Cumhurbaşkanımızın bir sünnetini yerine getirmek”ten bahseden milletvekili her ne kadar iktidar partisinden bazı milletvekillerinin “haddini aştığı” ve “menfaati için böyle konuştuğu”, “Reis’e sadakatin bir adabı ve yordamı var, İslami ölçüleri aşan ve dinleyenlerin sahibine de Reis’e reaksiyon koyacağı övgülerden kaçınmak lazım” eleştirileri üzerine, “Eyvallah, ben belki haddimi aşmışımdır...” ifadesiyle bir nevi yanlışlığı kabul etse de tartışmalar devam etti.
Muhalefet temsilcileri, “Sen bırak yalamayı Tayyip’in ayakkabılarını yemelisin”, “Ayakkabı yalayıcılığına soyunan hiçbir milletvekili gördünüz mü?” diye “tek kişilik ucûbe sistem”de siyasetteki ve Meclis’teki çürümüşlüğe, “rüşvet hakkındaki önergeleri aklamak için tâlimatla el kaldıran iktidar partileri milletvekillerinin akıllarını kiraya verdikleri”ne dikkat çektiler.
Aynı ildeki diğer milletvekilleri, “Bizim yöremizde bu ifadeler normaldir, kullanılır” sözlerine illerinde böyle bir tabirin olmadığını “Biz Orduluyuz ve bırak ayakkabı yalamayı, kralının karşısında eğilmedik. Sen yöreyi değil, şahsi yalamacılığını yaptın, yazık” diye tepki gösterseler de geriye doğru baktığımızda iktidar partisi milletvekillerinden genel başkanlarına daha vahim “medhiyeleri” yaptıklarını, özellikle dini değerleri suiistimalde ve istismarda skandal sözlerin sarf edildiğini görüyoruz…
TESBİT
“Dini siyasette istimal” skandalları
Aslında fevkalâde tehlikeli siyasetçilik tarafgirliğiyle ortak mukaddes değerler üzerinden siyasi muhaliflerin “din dışı” olduğu havası pompalanırken, dini istismar eden sakim zihniyetle her seçim ve referandumda dinî değerler siyasetin tartışma odağına çekilmesi skandallarının ardı arkası kesilmedi.
Mesela bir iktidar partisi milletvekili, “Erdoğan’a dokunmak bile ibadettir” gibi garip lâflar etti. Bir diğeri “Tayyip Erdoğan için her gün iki rekât şükür namazı kılmamız gerekir” diye konuştu.
Bununla da kalınmadı; seçim kampanyalarında parti âdeta dinle özdeşleştirildi. “İslâmî kaideye göre Erdoğan’a oy vermek İslâmın gereğidir” raddesine vardırıldı. “Referandumda evet çıkacağına dair hadis-i şerif var”,“hayır’ oyu verecekler ‘şeytan’ ve ‘haçlı zihniyetinden” yakıştırmaları yapıldı. “AKP’ye oy vermeyeni Allah çarpar!” tehditleri savruldu.
Ve “İslâmî ölçüleri aşan” dinî bakımdan sözkonusu fevaklâde sakıncalı “meddahlıklar”ın bir teki için partiden veya parti yöneticilerinden birileri çıkıp “Reis’e sadakatin bir adabı ve yordamı var” demedi. “Herkesin mukaddes ortak değeri” olan “dinin siyasette istismarı”nın vahametinden sakındırılmadı…
GARABET
“TL’nin dibe vurması”yal övünmek!
Geçen haftanın bir diğer garabet Hazine ve Maliye Bakanı’nın “TL çok değerlenirse sanayi yavaşlatır, durdurur, zaman içerisinde işsizlik sonucunu ortaya çıkarır” ifadeleri oldu.
“Türk Lirası ne kadar çok değerli olursa siz yurt dışına o kadar çok ithalatta bulunursunuz. Türkiye’de üretim yapmanıza ihtiyaç kalmaz, çünkü paranız çok değerli, getirir satarsınız. Sanayiyi yavaşlatır, durdurur ve zaman içerisinde işsizlik gibi bir sonucu ortaya çıkarır. Türk Lirası’nı çok değersiz hale getirirseniz ise bunun tam tersi olur…” diyen Bakan’ın bu sözleri daha önce “TL dibe vurmuş, daha da dibe vurmaz” sözlerini hatırlattı.
Buna göre yarın seçim meydanlarında iktidardakilerin, enflasyonun yüzde 300’lere, 400’lere varmasında, pahalılığın zam sağanağıyla daha da katlanmasına sebebiyet veren TL’nin değerinin düşmesine karşı “Bakın, TL’yi tarihinin en dibinin dibine düşürdük ve Doları – dövizi kat kat yükselttik” diye “ekonominin geliştiği” garabetine misal verip övünmelerine şaşmamalı…