İstinaf Mahkemesinin bir eski korgeneral hakkında beraat ve tahliye kararına karşı Cumhurbaşkanı’nın “Yargı camiamız için gerçekten çok üzücü bir adım olmuştur. (…) Sağ olsun Adalet Bakanlığımız ve savcılarımız bu noktada adımlarını attılar. Tekrar ceza uygulanmaya başladı” eleştirisine karşı “iktidar cephesi”nin tavrı ilginç.
Daha önce çeşitli vesilelerle “darbecilere selam duran değil, yargılayan bir yargı var” övgüsüyle “Hiç kimse de hukukun üstünde değil” sözleriyle hukukun üstünlüğüne dikkat çeken Adalet Bakanı’nın, “Nihai merci Yargıtay’dır, Yargıtay son sözünü verecektir. Devam eden bir süreçle ilgili, bir hukukçu olarak söz söylemem, yorum yapmam doğru değil” açıklamasıyla kalması çapıcı oldu. (Adalet Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, 28.02.2019; gazeteler, 22.1.20)
Oysa Adalet Bakanı “bir hukukçu olarak”, “Mahkemelerin ve hâkimlerin görevlerinde bağımsızlığı”nı esas alan Anayasanın 138. maddesindeki “hiçbir organ, makam, merci ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamayacağı” hükmü ile 140. maddesindeki “Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler” esasını hatırlatabilirdi.
Ve “yasama ve yürütme organları ile idâre, mahkeme kararlarına uymak zorundadır” esasıyla hâkimlerin kararlarından dolayı karalanmasının hukukun temel kurallarına aykırı olarak yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını tahrip ettiğini açıklayabilirdi.
“Arabulucu değiliz”!
Berlin Konferası’nın ardından Libya konusu yeniden gündeme getirdi. Ancak on iki ülke temsilcisi ile birlikte Libya’da çözüm için masaya oturan Cumhurbaşkanı’nın, peşinden “arabulucu değiliz” demesi dikkat çekici oldu.
Daha önce “meşru hükûmetle darbeci arasında arabulucu olunur mi?” sözleri üzerine “Gerek Moskova gerek Berlin’de olup bitenler ‘arabuluculuk’ mudur? Siz arabuluculuk mu yapıyorsunuz Hafter ile meşru Libya hükümeti arasında?” sorusuna “Burada arabulucu sıfatıyla bulunmayı kabul edemeyeceğimizi zaten Sayın Putin’e başta da söyledim. Sayın Putin burada ‘Ben Hafter tarafını halledeceğim. Siz de Serrac’ı hallederseniz bu işi çözüme kavuşturalım’ yaklaşım tarzında. Yoksa ben bu noktada siyaset anlayışımda bir teröristle asla masaya oturmam, masaya oturulmasına da müsaade etmem” tepkisini tekrarlaması, “arabuluculuk” konusunu yeniden tartışma konusu yaptı.
Halbuki “Burada arabulucu sıfatıyla bulunmayacağımızı Sayın Putin’e söyledim!” çıkışında bulunan Cumhurbaşkanı’nın, 8 Ocak’ta İstanbul’da Putin’le görüşmesi akabinde “Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanları Ortak Açıklaması”nda, Libya’da süregiden çatışmalara askeri bir çözüm aramak sadece daha fazla açılara sebep olmakta ve Libyalılar arasındaki bölünmüşlüğü daha derinleştirmektedir” denildikten sonra “bu çerçevede arabulucular olarak Libya’da tüm taraflara ateşkes çağrısı”nda bulunuluyor.
Yani “arabulucular olarak” “arabulucu değiliz” gibi bir garabet ortaya çıkıyor!
“Türkiye’nin iyi yönetilmediği inancı giderek pekişiyor”
“Öyle görünüyor ki muhalefet partileri önümüzdeki seçim kampanyalarını tek bir sloganın, tek bir argümanın üzerine oturtacaklar: ‘Bütün güçleri tek bir elde toplayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş...’ Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne yöneltilen eleştiriler her geçen gün daha da artıyor. Bu eleştiriler sadece muhalefetin salt bir iktidar karşıtlığı söylemi olarak havada kalmıyor, toplumda da karşılık buluyor. Karşılık buluyor zira toplumda bu sistemin ülkenin sorunlarını çözmediği gibi yeni sorunları da beraberinde getirdiği, Türkiye’nin iyi yönetilmediği inancı giderek pekişiyor. (…) ‘Hukukun üstünlüğü ilkesi bu ülkede egemen olmadan ülkemizin toparlanması mümkün değil...” Elif Çakır, (Karar, 1.1.20)