"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

RIFAT RAİNER RÜCKERT:Beni Türkler İslâmiyet’e ısındırdı

02 Kasım 2012, Cuma
İSMİM Reiner Rückert, 1944 yılında Berlin’e yakın bir bölgede doğdum. Kardeşim daha henüz çok küçüktü ve babamda savaştaydı. Uzun yıllar savaşta olduğu için ben çok serbest yetiştim. Annem çalıştığı için her gün istediğim saatte eve geliyordum. Babam 1949 yılında savaştan döndükten sonra bir kız kardeşim oldu. Babam maalesef vefat etti. Annem ise kız kardeşimle birlikte Berlin’in dış taraflarında bir kasabada oturuyor.
Ailem aslen Protestan. Özellikle annem dindar biriydi, ama bu dindarlık uzun sürmedi. Ben de Protestan bir Hıristiyanlıkla yetiştirildim. İlkokulu bitirdikten sonra yüksekokula gittim. Bu şimdiki lise oluyor. Benim okulum Berlin’deydi. Ailemle birlikte Berlin Duvarı’nın olduğu yere çok yakın oturuyordum. Çocukluğumda Batı ve Doğu Berlin arasında istediğimiz gibi gidip gelebiliyorduk. O zamanlar sınırı geçmekte hiçbir sorun yaşamıyorduk. Yerde bir sınır çizgisi vardı sadece ve istediğimiz zaman istediğimiz gibi geçiyorduk o sınırı. Ama 1961’de Berlin Duvarı yapıldıktan sonra çoğumuz için bir dünya yıkıldı. Bazı akrabalarım batı Berlin’de kalmıştı, artık onları ziyaret edemiyorduk. Bu duvar yüzünden aileler, akrabalar bölünmüştü. Benim gittiğim okulda çok iyi öğretmenler vardı ve okula gitmekten zevk alıyordum. Daha sonra annem, ben ve kız kardeşim Berlin’in merkezine taşındık ve ben okulumu değiştirmek durumunda kaldım. Orada “Abitur”umu yaptım. Lise zamanımda Doğu Berlin’i sevmeye başladım. Batı ve Doğu arasında çok iyi kıyas yapabiliyordum ve Batı tarafı benim daha çok hoşuma gidiyordu. O zamanlar Batı’da, Doğu hakkında çok yalan söyleniyordu. En çok zoruma giden yalan Batı’daki mecliste “Naziler”in görev aldığının söylenmesi. Bugüne kadar hâlâ unutmuş değilim. Babam bir matbaada çalışıyordu, annem ise ticaretle uğraşıyordu. İkisinin de partiyle ilgileri yoktu. Babamın işçi olmasından dolayı üniversiteyi çok rahat bir şekilde okumuştum. Üniversitede eczacılık okuduktan sonra askeriyeye gittim. Ama insan olgunlaştıkça askeriyede bazı şeylerin doğru olmadığını görüyor. Orada herkes kendi kendini kandırıyordu. Askeriyede, komutanlarla problemim artmaya başlamıştı… Bazı şeyleri kabul etmemeye başlamıştım. Askeriyeden çıkınca sivil olarak eczanede çalışmaya başladım. Üniversite yıllarımda da bir evlilik yaptım ve bu evlilikten iki çocuğum oldu. Eşim maalesef genç yaşta vefat etti. Çocuklarım benim en yakınlarım oldular. Daha sonra izin belgesi almadan Batı Almanya’ya kaçtım ve çocuklarıma destek olmaya çalıştım.
Batı Almanya’ya gitme kararımı 80’li yıllarda vermiştim. 1985 yılında ülkeden dışarı çıkmak için başvurdum, ama bu isteğim reddedildi. 2 yıl sonra tekrar başvurdum. O zamanlar DDR yani Komünist Doğu Almanya tamamen karışmaya başlamıştı. İnsanlar kaos içerisindeydi. 1989 yılında zorlu bir yolculuktan sonra Çekoslovakya üzerinden Batı Almanya’ya kaçtım.
Çocuklarım üniversite okudular. Ben çeşitli eczanelerde sadece yapacak bir şeyim olsun diye “bedava”ya çalışıyordum. Daha sonra Essende’de bir eczanede çalıştım, ama hiçbir işyeri beni tam manasıyla tatmin etmedi. Ben kendi iş yerimi kurmak istiyordum. 1992′de kendi eczaneme kavuştum. O günden itibaren kendi iş yerimde çalışıyorum.
Kendimi tarif edecek olursam, ben insanlara karşı dürüst olmaya çok önem veren bir insanım. Bence bu özelliğimi babamdan aldım. Babam her zaman; “doğruluk ve dürüstlükle hayatını başarıyla sürdürün” derdi. Şiddete çok karşıyım ve şiddete hiç tahammül edemiyorum. Bu yüzden teröristleri de hiç sevmiyorum. İnsanlarla iyi geçinip huzur içinde yaşamaya çalışıyorum. Eczaneyi devraldığım zaman aslında iş yapmayan, ölü bir yerdi. Her an kapanma durumu vardı. Ama ben her zaman dürüstlükten yanaydım. Buraya gelen insanların hiçbirini kandırmadım. Çok samimî davrandım. İnsanlar da bunu fark etti ve bir kaç sene zarfında müşteri sayısı dört katına çıktı. Bu eczaneyi 19 senedir işletiyorum ve çok seviyorum. Mesleğim bana çok mutluluk veriyor. Ve yine mesleğimin vesilesiyle buradaki Türklerle irtibatım git gide çoğaldı.
Aile fertlerim arasındaki bağ çok sıkıdır. 7 tane torunum var. Her hafta sonumu ailemle, çocuklarımla veya torunlarımla geçiririm. Ayda bir kere Berlin’deki annemi ziyaret ederim. Annemle birlikte ara sıra tatile de gidiyorum. Birlikte İstanbul’a tatile gitmiştik. İstanbul’u çok beğenmiştik. Ben abartılı şeyleri sevmem o yüzdende içki muhabbetlerinden hiçbir zaman hoşlanmamışımdır. Çocuklarımı da bu doğrultuda yetiştirdim. Onlar da içki sevmezler. Hamdolsun ki, çocuklarım da üniversiteyi okudular ve ellerine mesleklerini aldılar. Ben özellikle torunlarımla gurur duyuyorum. Çünkü hepsi okullarında çok başarılılar. Negatif bir özelliğim ise çok yemek yiyorum. Meselâ, Türk arkadaşlarım beni yemeğe dâvet ettiği zaman yemekte içli köfte, baklava ya da ne olursa olsun, masaya geldiği zaman hepsini yiyorum. Tatlarını da çok seviyorum, özellikle mübarek Ramazan geldiğinde, dâvetlere gittiğim zaman en leziz yemekler sunuluyor bana. Onun için görüyorsunuz biraz fazla kiloluyum.
Müslüman olmadan önce İslâmiyet hakkında pek birşey bilmiyordum. Ama çocuk yaşta Hristiyanlığı da pek benimseyemedim. Pek dindar biri olmadığım hâlde eskiden beri dinlerle hep ilgilenmişimdir, tabiî ki İslâmiyet’le de ilgilendim. Ama İslâmiyet’le bu kadar ilgileneceğimi ve derinleşeceğimi tahmin etmezdim. Hristiyanlık ta beni en çok rahatsız eden şey sahtekâr misyonerlerdi ve “Hazret-i İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu” düşüncesiydi. Onun peygamber olabileceğini düşünüyordum, ama Allah’ın oğlu olması ihtimali kafama yatmıyordu. Doğu Almanya’da dinlerle ilgileniyordum , Batı’da bu ilgi daha da çoğaldı.

BENİ TÜRKLER İSLÂMİYETE ISINDIRDI
Eczaneyi açtıktan hemen sonra Türkler buraya gelmeye başladı. Berlin’de oturduğum zamanlarda Doğu Berlin’de Türk sayısı çok azdı. İş çıkışından sonra Batı Berlin’den otobüslerle geliyorlardı ve Almanların ilgisini çekiyorlardı. Türk kadınları uzun montları ve başörtüleriyle eczaneye geliyorlardı. Sadece Türk olarak bakıyordum onlara. Daha sonra bir Türk kızı benim eczanemde çalışmayı isteyince kabul ettim. Bu kız işini çok iyi yapıyordu. Belirli bir süre sonra o kızın ne kadar iyi bir kişiliğe sahip olduğunu fark ettim. Ben ondan insanlık adına çok şey öğrendim…
Bu çalışan kız, Hatice, beni ailesi ile tanışmam için evine dâvet etti ve ben bu vesile ile ilk defa bir Türk evine girmiş oldum. Hatice’nin annesi de başörtülüydü. Ona artık başörtülü bir Türk kadını olarak değil, Hatice’nin annesi olarak bakıyordum. Hatice′nin ailesi bana son derece içten ve sıcak davrandı. Sanki onların bir akrabası gibiydim… Müslüman bir ailenin benim gibi bir Almanla bir anda samimî olmaları, benim İslâm’a karşı olan düşüncelerimi olumlu yönde değiştirdi. Babasını yolda görünce durup sohbet ediyorduk. Bundan sonra Türk aileleriyle irtibatım çoğaldı. O sıralarda ben Katolik kilisesine de gidiyordum, ama hiçbir zaman Katolik olmak için bir motivasyon gelmedi bana. Türk aileleri beni çok etkiliyordu. Bu aileler çok cana yakın ve konuşkan ailelerdi. Eğer bir kere bir Türk ailesi ile irtibatın başlarsa, o zaman sanki o ailenin bir parçasıymış gibi bir muamele ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Daha sonra burada staj yapmak için eczacılık okuyan Müslüman kızlar geldi. Çünkü diğer iş yerleri onları başörtülerinden dolayı istemiyorlardı. Ama benim başörtüsüyle hiçbir sorunum yoktu. Onun için gelip burada bir kaç haftalık stajlarını yapıyorlardı. Bir gün Türk kardeşim eczaneme geldi ve bana onun yanında tatil yapmamı teklif etti. İlk defa bu vesile ile Türkiye’de bir tatil geçirdim. Bu, hayatımda yaptığım en güzel tatildi. Türkiye’de her yeri gezdik, köylere gittik, ailesi ve akrabaları ile tanışma fırsatım oldu. Hepsi beni sıcak bir şekilde karşıladı. Camide cemaatle namaz kılındığında bende o namazın bir parçası olmak istiyordum. 20 defa Türkiye’ye gittim. Karadeniz’i, İstanbul’u ve Kayseri’yi gezdim.
İslâmiyet’i pek tanımıyordum. Müslümanlıkla ilgili negatif bir şey duymamıştım. Ama 11 Eylül olaylarından sonra İslâmiyet ile daha çok ilgilenmeye başladım. Çünkü medyada İslâmiyet hakkında çok fazla negatif yayın yapılıyordu. Ben aslında İslâmiyet’i tanıdığımdan daha fazla, Türkleri tanıdım. Ve beni Türkler İslâmiyet’e götürdüler. İslâm’da ırkçılık diye birşey yok, kesinlikle yasaklanmış. Ve İslâm’ın yardımlaşmaya verdiği önem gerçekten muazzam bir seviyede. Meselâ, Kurban’da ben de Müslümanlarla birlikte fakirlere et dağıtmıştım. Bu güzel ahlâklar İslâm ile tanışmama vesile oldu.
İslâm bana Türklerin vesilesiyle yaklaşmıştı. O zamanlar İslâm, benim için Türk arkadaşlar demekti. Türkler bana çok yakınlık gösteriyorlardı. Farkındaydım, bu yakınlığı bana İslâm dininden dolayı gösteriyorlardı. Yoksa Türkler de diğer milletler gibi sadece insan. Ama onlar diğer insanlardan daha cana yakın, daha insancıllar. Çevrelerine, komşularına karşı, diğer milletlerden daha farklılar.
İslâmiyet’i seçmeden önce Türkiye’de başıma gelen bir olay beni çok etkilemişti.
Türkiye’yi gezerken bir dinlenme tesisinde durduk. Türk arkadaşım orada bulunan yaşlı karı-kocanın yanına gitti. Hemen onlarla diyaloğa girdi, bir anda samimî oldular. Almanya’da ise, bir dinlenme tesisinde herkes birbirine uzak durur. İnsanî münasebetler İslâmiyet′te çok güzel. Bu, dinin getirdiği bir güzellik. Ben İslâmiyet′i bir gecede kabul ettim. Bu kararı planlamamıştım. Aldığım bu karar beni her gün daha da mutlu etti. Bilgilenmek istiyordum. Ve Kur’ân okumaya karar verdim. Kur’ân diye bir şeyin olduğunu biliyordum, ama hiç elime almamıştım. İçinde her şeyin cevabının yazılı olduğunu da biliyordum. Yanımda çalışan bir bayandan bir imamın telefon numarasını aldım. Onu arayarak görüşmek istediğimi söyledim. Aynı akşam o imamla buluştuk. Bu imam bana şu soruyu sordu: “Sen Müslüman olmak istiyor musun?” Ben de “Evet!” dedim. Bunun üzerine bana “Benim dediklerimi tekrarla” dedi. İşte orada Kelime-i Şahadet getirdim ve Müslüman oldum. Oradaki herkes beni tebrik etti. İmam efendi de bana dinimi öğreteceğini söyledi.
İslâm biraz Türkiye’ye bağlı. Elbette Türkiye’de her şey olması gerektiği gibi değil. İslâm ile ilgisi olmayan bazı kültürel şeylerin İslâm diye tanıtılması gerçekten üzücü. Ama biliyorum ki, İslâm dininin bu tür yanlış anlaşılmaları da ortadan kaldıracak kadar gücü var.

TÜRKİYE’DE KURBAN BAYRAMI
Bir defa da Kurban Bayramı’nı Türkiye’de geçirme fırsatım oldu. Kurban Bayramı’nın gerçek ve en iyi şeklini Türkiye’de gördüm. Hayvanlara işkence yapılmadan kesildiğine şahit oldum. Hayvanlar önce besleniyor ihtimamla bakılıyor, daha sonra da kesim saniyeler içinde bitiyor. Ardından namaz kılınıp Allah’a hamd ediliyor. Hayvanların bir şekilde kesilmesi gerekiyor zaten. Müslümanlar bunu çok güzel bir şekilde yapıyorlar bence. Bizim ülkemizde hayvanlara işkence ediliyor. Almanya’nın bir ucundan diğer ucuna götürülürken ayakları kırılıyor, yaralanıyorlar. İnsanların hiç umurunda değil…

İSLÂMİYETİN TEMELİNDE DAİMA OKUMA VE ÖĞRENME VAR
İslâmiyet′in temelinde daima okuma, öğrenme ve kendini geliştirme var. Peygamber Efendimiz (asm) buyurmuşlar ki: “Öğrenmeliyiz, öğrenmeliyiz, öğrenmeliyiz...”  Aynı şeyi Yüce Allah ilk âyetinde söylüyor, “Oku!” diyor.

NAMAZ VE SELÂM
Ben ilk zamanlar, namaza iş yerimde başladım. Bunu hiç kimse bilmiyordu. Ama sonra, yanımda çalışan Müslüman işçiler namaz kıldığımı görünce çok sevindiler. Zaman geçtikçe burada çeşitli camilere gittim ve camileri daha fazla tanımaya başladım. İnsanlar artık beni sokakta gördüklerinde daha da sıcak davranıyorlar. Küçük çocuklar beni en güzel selâmla, Allah’ın selâmı ile selâmlıyorlar. Ve bu beni çok mutlu ediyor.

SADECE İSLÂMİYETTE GERÇEK TOLERANS VAR
Ben diğer dinleri de araştırdım. Bir çok değişik din var. Tabiatla ilgili olan dinler benim için hiç söz konusu olmadı. Çünkü ben her zaman tek bir Yaratıcı’nın olduğunu düşünüyordum. Bir sürü yaratan olamazdı. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm ilgimi çekiyordu sadece. Meselâ, Yahudîliği de araştırdım, fakat fazla bilgi edinemedim. Çünkü çevremde fazla Yahudi yoktu.
İslâm dini bize Son Peygamber Hazret-i Muhammed (asm) tarafından getirildi. Ve her şeyi içeriyordu. Yahudîlere gönderilen peygamberleri de biliyor ve tanıyoruz. Meselâ Hz. Davut, Hz. Süleyman veya Hz. Musa. Bu peygamberlerin hepsi bizim için önemli insanlar. Tıpkı Hz. Adem’den Resul-i Ekrem Efendimize (asm) kadar gelen bütün peygamberler gibi.
Ben bir Protestan olarak büyüdüm, fakat Protestanlık beni tatmin etmedi. Hristiyanlıkta birbirini sevmek ile ilgili çok şey var, ama bu uygulamaya pek konulamıyor. Geçmişte bu dini kullanarak birçok insan zalimce öldürülmüş, toplumlar yakılmış, yıkılmış… Bu durum Osmanlı İmparatorluğu zamanında çok farklı idi. O zamanlar, insanların dinlerini yaşamasına saygı gösteriliyordu. İsteyenler Müslüman olurdu, istemeyenler arzu ettiği dini özgürce yaşayabilirdi. Sadece İslâmiyet′te “gerçek anlamda” başka dinlere tolerans var. Bu İslâmiyet′i seçmemdeki en büyük sebeplerden bir tanesi idi.

GÜL KOKUSU
Müslüman olduktan sonra, ben de tarif edilmesi güç bir rahatlık ve huzur meydana geldi. İçimden geçenleri, hissettiklerimi anlatmak için kelimeler yetmez. İlk Cuma namazımdan sonra o kadar sevinçliydim ki, göğsüm patlayacakmış gibi oluyordu. İçimde sadece mutluluk vardı... Tanımadığım insanlara bile selâm veriyordum ve sadece gülüyordum. Ayrıca ilk namazımda bir gül kokusu aldım. O kadar insan olmasına rağmen o kadar güzel kokuyordu ki, tarif edilemez. İlk zamanlar daha çoktu, ama şükürler olsun ki, şimdi de duyuyorum o kokuyu.
Müslüman olduktan sonra sanki bana ikinci bir hayat hediye edilmiş gibi oldu. Yeni hayatımda daha bilinçli bir şekilde yaşamaya başladım. Zamanla bilgimi arttırdım. Müslümanlar benim için yabancı değil artık. Sanki benim ailem ya da akrabam gibiler…

KUR’ÂN OKUMAYINCA KENDİMİ KÖTÜ HİSSEDİYORUM
Sürekli İslâm üzerine çalışmayınca, Kur’ân’ı sürekli okumayınca kendimi çok kötü hissediyorum. Bu duygu yaşımın büyük oluşundan kaynaklanıyor olabilir. Birşeyi gençken öğrendiğinizde hayatınız boyunca hafızanızda o şekilde kalır. Ama benim gibi 55 yaşında Kur’ân okumaya başlarsanız öğrendiklerinizi çok çabuk unutursunuz. Sürekli çalışmak gerekiyor. İlk Kur’ân okuduğumda beni son derece heyecanlandıran bir duygu hissettim. O duygu tarif edilmez, yaşanır bence. Müslüman olmadan önce bana Almanca bir Kur’ân hediye edilmişti. Hediye eden kişinin, Müslüman olmam için verdiğini düşünmüyorum. Onun niyeti sadece bir hediye vermekti… Ama o Kur’ân benim Müslüman olmama vesile oldu. Şu an evimde bir çok Kur’ân’ım var; Arapça, Almanca, Türkçe… Kur′ân’ın Allah tarafından Arapça olarak indirilmesi son derece ilginç ve anlamlı. Bunun pek çok sebebi ve hikmeti var aslında. Arapça, “manayı ifade” bakımından diğer dillerden daha üstün bir dil. Zengin bir kelime hazinesine sahip. Arapça’da bir kelimenin birden çok anlamı olabiliyor. Hatta bazı kelimelerin 10 veya 20 anlamı var. Bir kelimeden birden fazla kelime türetilebiliyor. Yani bu demek oluyor ki, Kur’ân’ı 1000 yıl veya 2000 yıl sonra biri okuduğu zaman onu anlayacaktır. Ama bazı âyetleri anlamak için biraz araştırma yapmak gerekiyor. Büyük âlimler bile Kur’ân üzerinde araştırmalar yapıyorlar ve âyetlerin manalarını anlamaya çalışıyorlar. Bizlerin, yani normal insanların daha çok araştırması ve öğrenmeye çalışması gerekiyor. Ben de ölene kadar araştırmaktan ve öğrenmekten vazgeçmeyeceğim, inşallah.

ÇEVREMİN VE AİLEMİN MÜSLÜMAN OLUŞUMA TEPKİLERİ
Çevremdeki kişiler Müslüman oluşuma çok farklı tepkiler verdiler. Çevremdeki Müslümanlara ilk zamanlar, Müslüman olduğumu belli etmedim. Aslında bakarsanız bir müddet “gizli Müslüman” olarak yaşadım diyebilirim. Müslüman olduğumu zaman geçtikçe öğrenmeye başladılar, şu anda bile hâlâ bilmeyenler vardır. Müslüman olduğum insanlar arasında zamanla yayıldı. “Gel kardeşim!” dediler, kucakladılar, sevgiyle aralarına kabul ettiler. Ne kadar güzel bir duygu… Almanların tepkisi ise daha farklıydı. Değişik tepkiler vardı. Bazıları “Nasıl yaparsın bunu?” deyip benimle alay ettiler. Bunlar benim arkadaşlarımdı maalesef. Bu tavırları devam ettiği için zamanla bu arkadaşlarımdan koptum. Çünkü Kur’ân’a ve dinime saygısızlık edilmesini kabul edemezdim.
Ailemle bir araya geldiğimizde hep İslâm dininden bahsediyordum. Onlara İslâmiyet′i ve Müslümanları anlatıyordum. Annem bir gün bana, “Sen böyle devam edersen, Müslüman olursun!” demişti. Kız kardeşim ise, “Anne anlamıyor musun? Zaten Müslüman olmuş!..” deyince, annem korkmuş “Ne!.. Sen Müslüman mı oldun?..” demişti. Ben de “Evet, ben Müslüman oldum. Sizlere de bu dini ve Müslümanları anlatacağım” deyince annem “Nasıl olur, nasıl yaparsın?” diye tepki göstermişti. Ama bir Müslümanın nasıl düşündüğünü, nasıl yaşadığını, neler hissettiğini görünce İslâm dinine artık bir daha kötü gözle bakmadı, elhamdülillah. Babam Berlin’de Müslüman kanallarını izliyordu. Bazen onlara gittiğimde o kanalların açık olduğunu görüyordum.
Ailem İslâmî hususlarda çok dikkatli bir şekilde davranıyordu. Meselâ, anneme gittiğim zaman yemeklerde bana “Oğlum bunda domuz eti yok, korkmadan yiyebilirsin!” diyordu ve “Biz de senin gibi artık haram yemiyoruz!” diye ekliyordu. Hatta Cuma günleri beni arayıp, “Oğlum Cuma namazına gitmeyi sakın unutma!” bile diyordu. İslâm’ı bilmedikleri için ilk zamanlar korktular, ama İslâm’ı öğrendikçe onlar da İslâm’a ısındılar ve çok sevdiler. Geçen gün annem bana dedi ki “Oğlum, sen Müslüman olduktan sonra bana hep çiçek getiriyorsun; önceden hiç getirmezdin?” Ben de “Evet anne, İslâmiyet işte böyle… Bizim dinimiz anne-babayı sevmeyi, onlara saygı göstermeyi emrediyor!” dedim. Boşuna denilmemiş “Cennet annelerin ayaklarının altındadır” diye. Babam maalesef vefat etti. Ama umuyorum ki, son günlerinde, televizyonun önünde İslâm kanalını izlerken Allah’ı düşündüğü gibi, ölmeden önce de Allah’ı düşünüp iman etmiştir. Annem geçen gün bana “tek bir yaratıcıya, meleklere, ölümden sonraki hayata ve Hz. Muhammed’in (asm) bir peygamber olduğuna inandığını” söyledi.
Çocuklarım bu durumu hemen kabullendiler. Kendileri Müslüman olmadılar, ama hayatlarını benimle yaşayabilecek seviyede değiştirdiler. İnşallah onlar da birgün Müslüman olurlar. Torunlarımdan hiçbirisi Müslüman değil ne yazık ki… Ve hepsi Müslümanların olmadığı yerlerde yaşıyorlar. Eskiden evimizde din hakkında hiç konuşulmazdı. Elhamdülillah, Ben Müslüman olduktan sonra dinler hakkında konuşulmaya başlandı. Hristiyan ev halkım, Hristiyanların kutsal kitabı İncil’i daha çok okuyor artık. Ama onlar çocukluktan beri İslâm dini hakkında sürekli bir şeyler duyarlardı, sonuçta dedeleri de Müslüman. Onların nasıl düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Umuyorum ki, bir gün onlarda bana katılacaklardır. Tabiî ki, bunun için onları zorlayamam. Almanya’da birçok şey İslâm’ın o saf ve duru hayat tarzına uygun değil. Ara sıra bazı zorluklar yaşayabiliyoruz. Fakat elhamdülillah, çok büyük bir sorun yaşamadım.                   

MÜSLÜMANLAR, DİĞER DİN MENSUPLARIYLA İLGİLENMELİ
Müslüman olduğumdan beri bir düşüncem var. O da Müslüman olanlar ile olmayanların birbirlerine daha yakın olmaları gerektiği. Arkadaş olsunlar, komşu olsunlar. Birbirlerine saygı ve sevgi göstersinler ki, bir başlangıç ve bir örnek olsun… Bu sebeple, dükkânımda başörtülü bir kız çalıştırıyorum. O kızı burada çalıştıracağımı duyan arkadaşlarım bana: “Eğer bunu yaparsan hiçbir Alman daha senden hiçbir şey almaz” demişti. Ben de onlara: “O zaman o kişiler ırkçıdırlar, eğer öyleyseler ben de onların benden alış veriş yapmalarını istemem!” dedim. “O zaman yeterince kazanamayacak ve batacaksın” diyorlardı. Ben de “Sabredin, göreceğiz!” diyordum. O günden sonra eskisinden daha çok insan gelmeye başladı. O Müslüman kız, insanlara çok iyi ve içten davranıyordu, çok yardımcı oluyordu. Çok bilgili bir kızdı. Bize gelen Türkler, Türk kızdan bilgi alıyorlardı, Almanlar da Alman çalışandan… Bazen müşterilerin sohbete başladıklarını, birbirleriyle konuştuklarını görüyordum. İşte o zaman sanki oradakilerin bir aile gibi olduğunu düşünüyordum. Ailenin yarısı Alman, yarısı Türk… İşte, bu benim istediğim şey buydu.
İnsanlar dinini gizlemek zorunda kalmamalı. Eğer benim çalışanım başörtüsü takıyorsa, bu onun dininin bir parçasıdır, ona saygı duyulmalı. Dediğim gibi, burada bir de Alman çalışanımız var. Türkler onu da çok seviyor. Biz burada kimseye ayrımcılık yapmıyoruz.

MEDYANIN İSLÂM KARŞITI YAYINLARI
Medya İslâm dinini insanlara çok yanlış tanıtıyor. Ben de bunu engellemeye çalışıyorum. İnsanlar İslâm hakkında, negatif düşünüyorlarsa gelip bana söylemelerini, anlatmalarını isterim. Bana gelip söylemeleri, benimle konuşmaları daha iyi, çünkü Allah’ın izniyle onlara direkt cevap verebilir, yanlışlarını tashih edebilirim. Onlara tecrübelerimden, yaşadıklarımdan bahsedebilirim.

İSLÂM HAYATIMI DEĞİŞTİRDİ
Müslüman olduktan sonra daha bilinçli bir şekilde yaşıyorum. Her gün namaz kılıyorum. İçim huzurla doluyor, çok mutlu oluyorum. Eskiden hiç böyle hissedemiyordum. Hele Cuma namazından çıktığım zaman ki duyguyu daha önce hiç hissetmemiştim. Cuma namazını İstanbul’da, Kayseri’de,Trabzon’da bin bir değişik insanla kılıyorum. O anda herkes kardeş oluyor. Birbirleriyle yıllardır tanışırmış gibi konuşuyorlar. Almanya’dan geldiğimi duyunca çok seviniyorlar, hemen diğerlerine söylüyorlar, “Bakın, bir Alman Müslüman kardeşimiz gelmiş!” diyorlardı. Daha önce böyle bir hayatım yoktu. İslâm hayatımı değiştirdi. Aslında ön plânda olmayı seven bir insan değilimdir, ama bir anda oradaki insanların ilgi odağı oluyordum.
İlk zamanlar, bazı arkadaşlarım “Hadi, sen de iç şu içkiyi artık Allah buradan göremez!” diyorlardı. Ben de böyle şeyleri duymak istemediğimi, o Allah’ın sadece benim Allah’ım değil, herkesin Allah’ı olduğunu, onun bizim her şeyimiz olduğunu, herşeyi bildiğini ve gördüğünü söylüyordum onlara. O kişilerle arkadaşlığımı bitirdim tabiî ki…
Camide otururken Almanca duâ ediyorum. Allah duâ edeni, ibadet edeni korur, güzellik ihsan eder. Allah büyüktür. Kendim ve başkaları için duâ ediyorum. Çocuklarım ve akrabalarım için niyazda bulunuyorum... Günde 5 vakit namazımı kılıyorum, elhamdülillah.

HACCA GİDECEĞİM İÇİN ÇOK SEVİNÇLİYİM
Mekke ve Medine hakkında çok düşünüyorum. Kesinlikle hayatımda bir kere oraya gideceğim inşallah. Bunu kafama koydum. Aslında geçen senelerde plânlamıştım, ama işim yüzünden gidemedim. Yurtdışına giderken eczaneyi başka bir eczacıya bırakmam gerekiyordu. Bunu yapmak çok pahalı ve şu an benim maddî durumum buna müsait değil. Bir kaç sene içerisinde emekli olacağım ve emeklilik paramla Hacca gideceğim inşallah. Hacca, “Ben hacı oldum!” demek için değil, Peygamber Efendimizin (asm) ayak bastığı yerleri görmek, oraları gezmek için gitmek istiyorum.
Cuma namazı beni bu kadar çok mutlu ediyorsa, Hacca gittiğim zaman ne kadar mutlu olacağımı hayal bile edemiyorum. Bu sene değil, ama seneye mutlaka gitmeye çalışacağım inşallah.

KAPİTALİZMİ HİÇ SEVMİYORUM
Politikacı değilim. Normal bir vatandaşım. Politikacıların yanlış düşüncelerini tabiî ki ben de kabul etmiyorum. Kapitalist sistemi hiç sevmiyorum. Ahlâkî kuralları çiğneyerek daha çok para kazanmayı düşünen kişileri sevmiyorum. Batı dünyasında sadece “nasıl daha çok para kazanırım?” düşüncesi mevcut. Hatta bazı kişiler insanları dolandırarak para kazanıyorlar. Bunlar beni çok, ama çok kızdırıyor. Batı dünyasındaki bu ekonomik sistemi beğenmiyorum. Hep para, hep para… Bu sistem insanları daima daha fazla para harcamaya, daha fazla tüketmeye yönlendiriyor. Kimde daha fazla para varsa o değerli ve önemli görülüyor. İnternete büyük bir ilgi var. İnternet üzerinden insanlar dolandırılıyor. Devlet buna çare bulmuyor. Birisi dolandırılınca, “Biz insanların özel hayatlarına karışamayız!” diyorlar. Esas böyle durumlarda karışmaları gerekmiyor mu? İnsanlara sadece negatif yönlerde özgürlük veriyorlar. İşte Batı dünyasında bunlar hiç hoşuma gitmiyor. Elbette ki insanlar özgür bir hayat yaşamalı, ama bunun sınırları olmalı. Bu sınırlar kötülüğün başladığı yerlerde olmalı. Batı dünyası İslâmiyet′e göre yönetilseydi, şu anki finans krizi olmazdı. İslâmî sistemlerde böyle sıkıntılar kolay kolay çıkmaz. Çünkü İslâm dini faize, yani  toplumları çökerten haksız kazanca karşı... Batı dünyasının da iyi yönleri var. Fakat dediğim gibi bazı konularda sınır konulması şart. Meselâ, faiz karşıtlığı Batı dünyasında şu an mevcut değil, her şey sınırsız.

MÜSLÜMAN OLMAK İSTEYENLER  HİÇ TEREDDÜT ETMESİN
Son olarak şunu belirteyim ki: Kim Müslüman olmak istiyorsa, beklemesin ve kesinlikle olsun, hiç tereddüt etmesin. Ayrıca Müslümanlığını gizlemeden, çekinmeden söylesin. Müslüman olmak öyle bir nimettir ki, ne kadar övünülse, ne kadar şükredilse yine azdır.

MUSTAFA ABLAK
Senarist - Yönetmen
Okunma Sayısı: 2680
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • ayşe kasap

    8.11.2012 00:00:00

    senden allah razı olsun biz müslümanlardan allah katında daha üstünsün hiç günahın yok ne mutlu sana kardeşim senin gibi insanlar lazım bu dünyaya saygı duyuyorum sana

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı