İsraf Ailede Başlar
İsrafın haram kılındığı bir dinin mensuplarıyız. Günlük yaşantımızda israfa sebep bir sürü parametre sayılabilir. Bu yazımızda; israfta önemli bir yer tutan, hesabını bilmeden, ihtiyaç önceliği sıralaması yapmadan, plansız programsız harcama yaparak israfa nasıl sebep olduğumuzdan bahsedeceğiz.
İnsan önce kendi aile hayatında plan programlı olmalı, gelirine göre giderlerini kontrol altına almalı. Büyüklerimizin, aylık gelen parayı küçük zarflara koyarak; “Bu kira, bu faturalar, bu mutfak, bu eğitim, bu sağlık, bu kültür, ... masrafı için” derdi. O insanların çoğu defa kimseye muhtaç olmadığını da biliriz. Aile reisi ailesine nasıl güzellikler yaşatırsa yaşatsın aile fertleri buna değer. Ancak gelirine göre giderini planlamazsa, kendisini de ailesini mağdur haline getirir.
Devletteki İsrafın Sebebi
Aslında ülkeler de bu yönüyle aile gibidir. Bir idareci, kendi vatandaşına ne yapsa azdır, millet her türlü hizmet ve güzelliği hakeder. Ancak gelirini aşan harcamalar, ülkeyi borç yükü altına sokar ki, bu başta idareciler olmak üzere ülke insanı için çok zor bir sürecin başlangıcı olur.
Ancak bilhassa bizim gibi geliri sınırlı olan ülkelerin, giderini planlaması, harcamalarını öncelik sırasına göre yapması, en kötü senaryoları düşünerek hareket etmesi önemlidir. Hatta harcama önceliğini, üretime ve gelir getirici yatırımlara vermesi, hizmet sektörü harcamalarında tasarrufa gitmesi önemlidir.
Meselâ çok merak ediyorum; Yap (geçiş garantisiyle) İşlet (ekonomik ömrünü bitirince) Devret Modeliyle yaptırılan otoyol, köprüler ve hastanelerle ilgili bugün ödenmek zorunda kalınan faturalar hükümetin önüne kondu mu? Kondu da hükümet “olsun biz bu maliyetlerin altından kalkarız” mı dedi, yoksa bunları hazırlayıp sunacak bir ekip bile yok muydu? Belki de “bu çalışmaları yapmaya ne gerek var, biz zaten bunların en doğrusunu biz biliriz, bunlar zaman kaybı” dediler.
Bir Bursa Hatırası
Bu konuda yeri gelmişken bir hatıramı nakletmek istiyorum. Yanılmıyorsam 2014 yılıydı Bursa Merinos Kültür Merkezi’nde teknik eleman olarak dâvetli olduğum bir çalıştay düzenlenmişti. Konu Bursa ulaşımıydı. Tren geçmişinin Bursa’da çok eski olduğu, bir asır öncesinde bile Bursa Mudanya arası raylı sistemli ulaşım olduğu halde, hala Bursa’yla hiçbir yerin tren bağlantısının olmadığının nedenleri ve iktidarların Bursa’yı nasıl ihmal ettikleri (ki bu çok doğru bir tesbittir) anlatıldı. Bu makus talihin bu dönemde değiştirileceği, yapılacak otobanla İstanbul ve İzmire ulaşımının hem karayolu, hem de demiryoluyla (burda yapılacak Osmangazi Köprüsü üzerinde raylı sisteminin de olacağı anlatıldı, ama ne zaman niçin vazgeçildi anlamadım) oldukça kısalacağı, Bilecik Osmaneli’den de bir Yüksek Hızlı Tren (YHT) hattı çekilerek Ankara-İstanbul Raylı sistemine bağlantının bir iki yıl içinde gerçekleşeceği geniş geniş smülasyonlar üzerinden anlatıldı. Bu projenin üç etaba ayrıldığı;
1. Etabın Osmaneli-Yenişehir, 2. Etabın Yenişehir-Bursa, 3. Etabın da Bursa-Karacabey olduğu,
1. Etaba başlanmadığı, ancak 2. ve 3. Etabın başlayıp % 20-30 seviyesinde tamamlandığı anlatılınca, ben hemen bir soru ile devreye girdim. Dedim ki;
“Ben Bursa çevresini, işim itibariyle gezen biriyim, 1. Etap olan Osmaneli-Yenişehir arası arazi çok sıkıntılı, kot farkları ve engebeler çok, bir de toprağın heyelan tehlikesi de cabası, 2. ve 3. Etaplar ise dümdüz arazi, bu durumda Etapların birlikte bitirilmesi için, çalışmanın en zor Etaptan yani 1. Etaptan başlaması gerekmez mi?”
Aslında arazi yapısını bilen her teknik elemanın aklına gelebilecek bir soruyu sordum. Zaten biz teknik elemanları böyle durumlar için davet etmemişler miydi? Her neyse sunucular telâşlandı.
Sorumlulardan biri kalktı ve dedi ki; “Merak etmeyin herşey kontrol altında ilerliyor, bütün etaplar, dediğiniz gibi birlikte tamamlanacak.”
Ancak ben teknik eleman olduğum için hem merak ettim, hem de takip ettim.
Peki ne oldu biliyor musunuz? 2. ve 3. Etaplara devam edildi ve % 80-90 seviyesinde tamamlandığı halde, 1. Etap hâlâ başlamadı ve hiçbir zaman başlamayacak. 1. Etabın arazi şartları yüzünden projeden vazgeçildi. Peki ne oldu? Bu kadar emek, bu kadar gayret, bu kadar maddiyat hepsi israf oldu, plansızlığın kurbanı oldu.
Yine çok merak ediyorum, o gün o projeyi anlatanların kaç kişisi proje güzergâhını görmüştü? İşin bir projesi var mıydı? İşte plansızlığın sebep olduğu israf.
Hiç olmazsa ilgililer “Bu adam ne diyor, gidip bir yerinde durumu inceleyelim” deselerdi, belki zarar % 20-30 ile sınırlı kalacaktı. Ama ilgililer hem bilmezler, hem de dinlemezler, beylik lâflarla peynir gemisini yürütmeye çalıştıkları için hala Bursa’nın hiçbir yerle raylı sistem bağlantısı yok. E ne oldu o kadar beylik lâftan sonra?
DPT’ye Ne Oldu
Bu durumlara düşmemek için planlama şart. Rahmetli Özal ile Demirel teknik elemandılar. Biri Elektrik, diğeri İnşaat Mühendisiydi. Demirel GAP’ı başlattı, Özal devam ettirdi. Otoban ve bölünmüş yolları da Özal başlattı Demirel devam ettirdi. Otoban ve Boğaziçi Köprüsü paralı olunca, o düşük bedellere rağmen nasıl tepki göstermiştik? İkisi de Başbakanlık dönemlerinde planlamaya çok önem verirdi. Devlet Planlama Teşkilâtı (DPT) onların zamanında en parlak dönemini yaşadı. 5 yıllık kalkınma planları yapılıyor, devlet yönetimi ve yatırımlarda bu planlara harfiyen riayet ediliyordu. En güvendikleri ehliyet ve liyakat sahibi kişileri DPT’ye müsteşar atıyorlardı. Özal da DPT müsteşarlığı yapmıştı, kardeşi Yusuf Bozkurt Özal, İlhan Kesici, Yıldırım Aktürk gibi bir sürü değerli ve liyakatlı insan DPT’ye başkanlık yapmış. Bir sürü devlet kurumuna yönetici seçilen kişiler de (AKP’nin ilk dönemi de dahil) hep DPT kökenliydi. Şimdi o DPT’nin esamesi bile okunmuyor. Sahi DPT’ye ne oldu? Şimdi Bölge Kalkınma Ajansları var. (onlar da ne ki? Dediğinizi duyar gibiyim, haklısınız) Çok merak ediyorum İstanbul’daki Bölge Kalkınma Ajansı’nın “Kanal İstanbul” hakkındaki kararı görüşü, fikri var mı?
Bir de Kanal İstanbul
Konu “Kanal İstanbul”a gelmişken, Yap-İşlet-Devret modelleriyle yapılan yol, köprü ve hastanelerden yeterli ders alındı mı? İyi bir planlama yapıldı mı, maliyeti çıkarıldı mı, muhaliflerin görüşlerine bakıldı mı, itiraz ve şikâyetlerinin neticesi beklendi mi? Yapılma şartları belirlendi mi? Teknik, Malî Ve İdarî Şartnameler Hazırlandı mı? Devlet kendi imkânlarıyla mı yapacak, yoksa Yap-İşlet-Devretle mi yapılacak? Günde ayda yılda enaz/ençok kaç deniz ulaşım aracı geçeceği hesap edildi mi? Proje kaç yılda kendisini amorte edecek, alacak firmaya araç geçiş garantisi verilecek mi? Sorular, sorular... Bir de belki de en önemli soru: Tarım arazisiyken ticarî veya konut imarı verilen yerlerde on katı, yüz katı oluşan ranttan dolayı devlete bir pay ödenecek mi, yoksa bu rantın tamamı, (tüyü bitmemiş yetimin hakkı) arazi sahiplerine mi bırakılacak? İşte bütün bunlara makul ve mantıklı cevaplar verilmeden projeye başlanması plansızlıktır. Plansızlığın neticesi de israf, borçlanma ve yoksulluktur.
Bugün içeriye ve dışarıya bu kadar borcumuz varken, borcumuzun faizi bile belimizi bükecek seviyeye gelmişken, borcu borçla bile çeviremezken, pandeminden dolayı üretim azalmış, turizm geliri dibe vurmuşken, gerçekten bizim önceliğimzi, borçla veya Yap (geçiş garantisiyle) İşlet (ekonomik ömrünü bitirince) Devret Modeliyle yaptırılacak “Kanal İstanbul” mudur?!