Ayasofya meselesi yıllardan beri gündemimizdeydi.
Bu hususta onlarca, belki yüzlerce yazı ve haber yayınladık. Yıllar önce “Ayasofya cami olsun” dediğimizde bazı ‘mütedeyyin’ insanlar dahi çeşitli sebeplerle itiraz ediyordu. Onların Ayasofya’ya bakışları ile bizim değerlendirmelerimiz tamamen farklıydı. Kişilerden ve kurumlardan bağımsız olarak her zaman ve her zeminde Ayasofya’nın aslî hüviyetine bürünmesini istedik, arzu ettik ve dile getirdik. Tarih ve arşiv buna şahittir.
Kimileri gibi, “Her yerde cami var. Önce Sultanahmet Camii cemaatle dolsun” demediğimiz gibi, böyle düşünenleri de Ayasofya’nın cami olması noktasında ikna etmeye çalıştık. Çünkü Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri hadiseye ‘namaz kılma yerine duyulan ihtiyaç’ noktasından bakmamış ve Ayasofya’nın cami olmasını istemiş, bu hususta idarecileri de ısrarla ikaz etmiştir.
Bediüzzaman’ın Ayasofya hususunda merhum Başbakan Adnan Menderes’e mektup yazmış olması ve bu meseleyi “Risale-i Nur’un Diyanet eliyle resmen neşredilmesi”yle birlikte zikretmesi çok önemlidir. Bu yönüyle mesele ‘namaz kılma yeri’ne ihtiyaç olup olmaması değildir. Üstad Bediüzzaman, bir mektubunda şöyle diyor: “(Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi) Hem Demokrat’a Ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan Devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibâdet mahalli yapmaktır. Ben ise; bu mes’ele için, otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, [Menderes] Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zâtların hatırı için başka yere gitmedim.” (Emirdağ Lâhikası, s. 860)
Ayasofya Camii için artık yeni bir dönem başlamış görünüyor. Camiyi müzeye çeviren 1934 tarihli ‘Bakanlar Kurulu Kararı’ Danıştay’ın 10 Temmuz 2020’de aldığı karar sonrası hükmünü kaybetmiştir. Ayasofya Camii, ibadete açılması maksadıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmiş bulunuyor. Kararın hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz. Bundan sonra atılacak adımlar da önemlidir. Ayasofya’nın mümkün olan en kısa zamanda ‘müzahrafat’tan temizlenip ibadet edilebilir yer haline gelmesi icap eder.
Ayasofya meselesine en başından beri sahip çıkıp gündemde tutan da yine Nur Talebeleri olmuştur. Çünkü hadiseye ‘konjonktür’ penceresinden değil de ‘gerçek’ler penceresinden bakılmıştır. Siyasî saiklerle hareket edenlerin bir gün “Ayasofya açılsın” diye miting düzenlediği, bir başka gün “Ayasofya açılsın demek bize tuzak kurmaktır. Önce Sultanahmet Camii dolsun” benzeri beyanlarda bulunduğuna herkes şahittir. Bu savrulmalar bizi hiç bağlamadı ve bağlamaz. İlk günden son güne hep “Ayasofya Camii”ne sahip çıkılması gerektiğini ifade ettik.
Ele bakar ve kalbe bakamayız. Herkesin ayrı bir hesabı olabilir. Bu hesaplar milleti bağlamaz. Müzeye çevrildiği günden bu yana “Ayasofya cami olmalıdır” diyenler ekseriyetteydi ve bu her zaman devam etti. Ayasofya gündeme geldiği her vakit, “Bayrak şairi” Arif Nihat Asya’nın şu şiirini hatırlar ve hatırlatırız: “Beş vakit loşluğunda saf saftık /Dâvetin vardı dün ezanlarda /Seni ey mabedim utansınlar /Kapayanlar da, açmayanlar da!”
Fatih’in emaneti Ayasofya, nezdimizde hep camiydi. İnşallah kıyamete kadar da cami olarak hizmet etmeye devam eder.
Duâlarımız bunun için...