Başörtüsü aleyhinde yayın yapmak için pusuda bekleyen “bir grup medya,” başörtülü bir öğretmeni bahane edip 28 Şubat (1997) günlerini hatırlatan yayınlar yaptılar. Neymiş, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bunu da gördük” olmuşlar.
“Bunu da gördük” dedikleri, başörtülü bir öğretmenin bir ilköğretim okulunda görev yapmasıymış. Haberi daha ‘cazip’ hale getirmek ve ‘hassas zihinleri’ kaşımak için ‘çarşaflı öğretmen’ diye isimlendirmişler. Bir defa, Türkiye’de yaşayan ve manşetlere taşıdıkları fotoğrafa bakan herkes bilir ki, o kıyafet çarşaf değil. Ayrıca, çarşaf olsa ne olur? Niçin her haberde yalana sığınmayı tercih ediyorsunuz ki? O kıyafet, pardesü ve başörtüsünden ibaret bir tesettür tercihi. Renginin siyah olması, şaşı bakanlar için ‘çarşaf’ gibi görünmüş olabilir, ama değil.
Bir de neymiş, veliler ‘başörtülü öğretmen’e tepki gösteriyorlarmış. Muhtemelen tepki gösteren veliler de olabilir, ama yine Türkiye’de yaşayan herkes bilir ki başörtülü öğretmene tepki gösterenler her yerde, her kurumda, her ilde azınlıkta kalır. Büyük çoğunluk başörtülü öğretmene itiraz etmez. Bu konuda yapılmış onlarca, belki de yüzlerce anket ve haber vardır. Hiçbirinde başörtülü öğretmene, öğrenciye ya da memura tepki gösterenler çoğunlukta olmaz ve olmamıştır. Merak edenler, ‘canlı yayın’ yapabilir. Türkiye burada, sokaklar burada, meydanlar burada. Sorun bakalım ‘veli’lere, ne diyecekler? Sormazsınız, çünkü alacağınız cevapları biliyorsunuz...
“Başörtülü öğretmen”e itiraz edenlerin ileri sürdüğü bir bahane de, bu kıyafetle görev yapan öğretmenlerin ‘kötü örnek’ olacağı şeklindedir. Gerçekleri bu kadar ters-yüz eden başka bir bakış açısı olabilir mi? “Başörtülü öğretmen” niçin kötü örnek olsun? Türkiye’de yaşayan hanımların büyük çoğunluğu, (dolayısıyla öğrencilerin annelerinin çoğunluğu) başörtülü olduğuna göre ‘anne’ler de mi ‘kötü örnek’ oluyor? Yapmayın, etmeyin; başörtüsü yasakçılığı uğruna kendinizi bu kadar gülünç durumlara düşürmeyin...
Hatırlanacağı üzere, bu konudaki en büyük tartışma, üniversitede uygulanan başörtüsü yasağı konusunda yapılmıştı. Yasağın devam etmesini isteyenlerin iddiasına göre, üniversitelerdeki yasak sona ererse ‘başı açık öğrenciler’e baskı başlayacak ve bu defa onlar okula gidemeyecekti! Bu görüşleri dillendirenlerden biri şöyle demiş: “AKP üniversitelerde türbanı serbest bırakırsa, iki sene içinde, hiçbir üniversitede başı açık kız göremezsiniz. Çünkü toplumsal baskı yaratılır. Çok kısa bir zaman sonra da insanlar başörtüsü takmamazlık, üniversiteye başörtüsüz gidememezlik edemezler” (Tarhan Erdem, Radikal, Neşe Düzel’le söyleşi, 10 Eylül 2007, Aktaran: Alper Görmüş, Türkiye, 17 Eylül 2013).
Nasıl ki üniversitelerde sürdürülen başörtüsü yasağının sona ermesi Türkiye’yi geri götürmedi, bölmedi, parçalamadı; aynı şekilde ‘başörtülü öğretmen’ler de Türkiye’yi geriye götürmez. Zaten imam hatip liselerindeki öğretmenler büyük ölçüde başörtüleriyle görev yapıyor. Aynı öğretmen, tesettürlü kıyafetiyle ‘normal lise’ ya da başka okullarda görev yapınca niçin kriz çıksın?
Başörtülü öğrencilerden başlamak üzere her kademedeki başörtülüler büyük sıkıntılar çekti. Artık yasakçıların da insafa gelmesi lâzım. İnsan, bilmediği şeye düşman olur. Tahmin ediyoruz ki, başörtülü öğretmenlerden rahatsızlık duyanlar o öğretmenleri tanımıyorlar. O kadar tanımıyorlar ki, ‘pardesü’ye ‘çarşaf’ diyorlar. Başörtülü öğretmenler de, diğer meslek sahipleri de içimizden birileridir. Aynı sokağı, aynı mahalleyi, aynı alış veriş merkezlerini paylaşıyoruz. Bunları ‘kötü örnek’ gibi görmek ve göstermek bu millete yapılabilecek en büyük kötülüktür. Lütfen bunları yapmayalım.
Unutmayalım ki; hak, hukuk, adalet, kanun önünde eşitlik hepimiz için lâzım. Bu vesile ile başörtülü öğretmenleri tebrik ediyor, sayılarının artması için de duâ ediyoruz. En büyük öğretmenliğin, ‘anne’lik olduğunu da unutmuyoruz elbette...