"Bedenimizde bulunan omega-3 ve omega-6'lar, bedensel işlevlerimizi kontrol etmek için sürekli rekabet halindedirler. Omega-6'lar, yağların depolanmasına yardımcı olur ve hücrelerin sertleşmesini, pıhtılaşmayı, ayrıca dış saldırıya tepki olarak iltihabı teşvik ederler.
Doğumdan itibaren yağlı hücrelerin üretilmesini kamçılarlar. Omega-3'ler ise tam tersine, sinir sisteminin geliştirilmesine katılır, hücre zarlarını daha esnek hale getirir ve iltihabı azaltırlar. Yağ hücrelerinin üretimini de sınırlarlar. Fizyolojik dengemiz büyük ölçüde, bedenimizdeki omega-3'ler ile omega-6'lar arasındaki dengeye, dolayısıyla da beslenmemize bağlıdır. Görüldüğü kadarıyla son 50 yıl içinde en çok değişen şey de yiyeceklerimizdeki bu denge olmuştur. Örnek olarak değişiklikten etkilenen inekler ve tavukların beslenme tarzı da kökünden değişti. Doğal yiyeceğin mükemmel bir örneği olan yumurta, 50 yıl önce içerdiği temel yağ asitlerinin aynısını artık içermiyor." (1)
“Organizmanın beslenme ihtiyacı karşılanırken en fazla tüketilen besinlerin başında yoğurt, peynir gibi süt ürünleri gelmektedir. Süt elde edilen hayvanların beslenmesi büyük çoğunlukla suni yemlerle karşılandığından, süt ile birlikte protein kaynağı olan etin de besleyici yapısı özelliklerini kaybederek, faydasız ve zararlı hale gelebilmektedir. Süt gibi mucizevî nimetin raflarda uzun süre kalabilmesi için UHT (ultra-High Temperature) teknolojisiyle çok yüksek ısıda işlenerek, besin değerleri yok edilmektedir. Bütün süt ürünlerinde bulunan ve ‘Glutatyon’ denen aktif molekül, vücuda giren toksinleri tutarak, hücre tahribatını engelliyor, bağışıklığı güçlendiriyor, iltihapla savaşıyordu. Yani glutatyon çok değerli. Süt ürünlerinin glutatyonla ilgili işlevlerini gerçekleştirebilmeleri için ısıya maruz kalmamaları şart. dolayısıyla sütün, özellikle homojenizasyon ve UHT işleminden geçirilmemesi gerekiyor! Yapısı değişen dolayısıyla sindirilmeyen protein parçacıkları, midede sindirim kısmını atlayarak bağırsaktan direkt kana karışıyor. Beyin bu kimyası değişmiş sütü tanımadığı için ‘düşman’ olarak algılıyor ve korunmak için bağışıklık sistemini devreye sokuyor. Sürekli mücadele eden bağışıklık sistemi güçten düşüyor. Böyle bir işlemden geçen sütün içerisindeki proteinlerin üç boyutlu yapısı tamamen değişiyor. Ortaya doğada olmayan süte benzer ‘bir şey’ çıkıyor. Kimyasal işlem sonucu ortaya çıkan ‘sütümsü’ ürünü beynimiz tanımıyor." (2)
Sağlıcakla kalın.
Dipnotlar:
1- Dr. Schreiber, Age. s. 99-102
2- Soner Yalçın, Saklı Seçilmişler, s.190-191 Kırmızı Kedi Yayıncılık 2017