“Şeker, hücrelerin büyümesini teşvik eder ve tümörler için gübre işlevini görür. Şeker düzeyi düşük olan Asya diyetleriyle beslenenlerde, çoğu sanayi ülkelerine özgü şeker düzeyi yüksek olan arıtılmış yiyeceklerle beslenenlere kıyasla, hormonal sebebli kanserler on kat daha az görülmektedir.
Ayrıca yüksek kan şekeri düzeyi olan diyabetli insanlarda kanser riskinin ortalamanın üzerinde olduğu da bilinmektedir. Bütün tıp literatürü aynı yönü işaret ediyor. Kanserden korunmak isteyenler, işlenmiş şeker ve beyazlatılmış un tüketimlerini azaltmalıdırlar. Kan şekeri ya da insülinde yükselmeye yol açmayan, şekerin yerini tutacak doğal tatlandırıcıları kullanmak gerekir. Çayda şekerden vazgeçmek daha kolaydır.” (1)
Bir zamanlar tatlının sembolü ve kaynağı bal iken, hastalıklar asrı olarak da tanımlayabileceğimiz zamanımızda, tatlı ihtiyacı rafine şeker ve yüksek fruktozlu mısır şurubundan elde edilen endüstri ürünü tatlı maddeden karşılanır hale getirildi. Ultra-işlenmiş gıda endüstrisi, ürünlerini cazip hâle getirerek küresel ölçeklerde yaygınlaştırıp, tüketicileri bağımlı olabilecekleri tat ve lezzetleri elde edebilmek için, şekere değişik ölçülerde yer vererek kamufle ettikleri bilinen bir gerçektir. Bu ürünlerin sentezlenmesi çalışmalarında bilim insanlarına da çeşitli roller verilmektedir. Tat alma duyusunun fizyolojisi araştırıldığında “Ağzımızın damak adı verilen üst bölümü de dahil olmak üzere her noktası, tatlı için deli olmaktadır. Dildeki on bin tat tomurcuğunun (reseptör) her birinde, şekerli tatları algılayan özel reseptörler bulunur, bu reseptörlerin tamamı da beynimizin haz merkezlerine bağlanır ve vücudumuza enerji yüklediğimizde mutlu olmamızı sağlar. Bu durum şekeri, işlenmiş gıda endüstrisinin joker malzemesi haline getirmiştir. Bunun sonucunda her birimiz yılda ortalama 140 kg. yüksek kalorili tatlandırıcı tüketiyoruz. Bu kişi başına günlük 22 çay kaşığı toz şekere denk geliyor.” (2)
Ultra-işlenmiş gıdaların içine, çeşitli isimlerle şeker depolanmaktadır. Yiyeceklerin üzerindeki okunamayacak kadar küçük yazılarla yazılan bilgileri okumayı prensip edinemeyen insanlar tarafından farkına varmadan kullanılmakta olduğundan, halkın ve ülkelerin sağlığı ciddi yıkımlar yaşayabilmektedir. Yüksek oranlarda ve hesapsız şekilde tüketilen şeker ve yapay tatlandırıcılar olumsuz etkileriyle insanların sağlığını tsunami dalgaları gibi etkilemiştir. Bunları düşünebilen insanların, şeker ve tatlandırıcılarla aralarına mesafe koymaları, sağlıklarını koruyacak bir prensip edinmeleri önem kazanmaktadır.
Özetleyecek olursak, şekerin toplum sağlığında neden olduğu deprem, araştırmacıları dehşete düşürmüştür. Sonuçlarının tahmin edilemeyecek ölçülerde yapacağı yıkımı, zihnimizde canlandırabilmemiz için “Diyabet nedeniyle ortaya çıkan çok ciddi başka hastalıklar da söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla diyabet ile ilişkili, komplikasyon sayısı arttıkça tedavi masrafları da, ciddi ölçüde artmaktadır. Diyabet komplikasyonlara neden olduğunda, tedavi ve sağlık hizmeti maliyetleri tek başına diyabet tedavisinin beş katından daha fazla olabilmektedir. YFMŞ üreten firmalar kazanmakta, ülkemiz ve milletimiz ise kaybetmektedir. Ülkemizde kullanımı kontrolsüz bir şekilde hızla artan yüksek yoğunluklu tatlandırıcıların etkisi ise, henüz bilinmemektedir.” (3) diyerek, uyarılarını dile getirmektedir.
Bu kısa bilgiler çerçevesinde, alışkanlığından bir türlü vazgeçilemeyen, ikram edildiğinde reddedilemeyen, yokluğunda bazı kişilerin tatlı krizine girdiği ve uyuşturucudan bir farkı olmayan en tatlı zehir olan şeker düşkünlüğünün organizmayı ne ölçüde yıkıma uğrattığını anlamamız, sağlığımızın korunmasında çok önemli bir ilerleme olabileceği unutulmamalıdır.
Sağlıcakla kalın.
Dipnotlar:
1) Schreıber, Age. s.96
2) Mıchael Moss, Tuz-şeker- yağ, s.4 Pegasus Yayınları 2018
3) Kazancı, Age. s.244