Dünyanın en fakir elli ülkesinin on dokuzu Müslüman ülkesidir ve bu on dokuz ülkenin devlet başkanlarının neredeyse tamamı dünyanın en zengin beş bin kişisi içerisinde yer almaktadır.
Bu çelişki nasıl izah edilebilir?
Ahlak, Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “insanın doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı birtakım güzel tutum ve davranışların tümü” olarak belirtilmektedir. Bir nevi, ahlak, yaratılış fıtratının en uygun davranış biçimidir.
Din ile ahlâk arasındaki ilişki, bir bağlılık ve organik telâzum (karşılıklı gereklilik) ilişkisidir; bu ikisi, birbirinden ayrılamaz durumda olan iki hakikattir. İkisi arasındaki bağ, birlik derecesine ulaşır. Çünkü ahlâk, akidenin uzantısıdır ve dini yaşama hassasiyetinin olmazsa olmazıdır.
İslam başlı başına güzel ahlaktır. İslamsız güzel ahlak da elbette mümkündür ve faydalıdır ancak İslam’dan kaynaklanan ahlak kömürün elmasa kalbolması gibi eşsiz hal alır.
İslam’da ahlak, güzel ve çirkin olarak ikiye ayrılır. Güzel ahlak; edeb, tevazu, cömertlik, dürüstlük başlıklarında ve çirkin ahlak ise; kibir, cimrilik, sefahat ve harama el uzatma gibi başlıklarda ele alınır.
“Su, buzu erittiği gibi güzel ahlak da günahları eritir; sirke, balı bozduğu gibi kötü ahlak da ameli bozar” hadis-i şerifinden de anlaşılacağı üzere İslam, ahlakı tüm toplumsal yönleriyle yansıtmaktadır.
Ancak günümüz Müslüman toplumlarında ahlak sadece iffet konusu ile sınırlanmış gibidir. Müslüman toplumlarda yapılan ahlaksızlıklar iffet ile ilişkili değilse neredeyse sorgulanmaz ve normal karşılanır hale gelmiştir. Nitekim yazımızın başında bahsettiğimiz fakir ülkelerin zengin başkanları örneği, toplumların ahlak kavramını ne kadar tek düze sınırladıklarının ve iffet haricindeki hususlara ne kadar duyarsızlaştıklarının bir delilidir.
Bundandır ki dünyanın en yaşanılabilir, en güzel, en çok sorgulayan ve suç oranı en düşük ilk elli ülkesinden yalnızca beşi Müslüman ülkelerdir. Kâğıt üzerinde baktığımızda “gayrimüslim” denilerek geçiştirilen Japonya’da okullarda müstahdem veya hizmetli bulunmamaktadır. Bunun sebebi, çocuklara ilkokuldan itibaren verilen ahlak derslerinde bireylerin kendi yaşadığı alanları kirletmesinin veya kirli bırakmasının bir tür ahlaksızlık olduğunun öğretilmesidir.
Keza bir başka “gayrimüslim” ülke olan Almanya’da 1970’lerden sonra gelen Türklerin kaldırıma araç park etmesinin sonucu olarak Alman Trafik Kanunlarına kaldırıma park etme cezası eklendiği söylenir.
Günümüz Türkiye’sinde, çoğu ahde vefa ilkesinden bihaber borçluların borçlarını zamanında ödememesi sebebiyle icra takibi sayısı 22 milyon 647 bine dayanmış. Her hafta elli bine yakın dolandırıcılık soruşturması başlatılıyormuş. Rüşvet ve yolsuzlukta ülkemiz 1.74 ile en kötü notu almış. Hukuk devleti endeksinde Devletimiz 117. sıraya gerilemiş.
Örnekler çoğaltılabilir. Ama bu kadarı yeter.
Bütün bunlar samimiyetten uzak göstermelik Müslümanlığın bir sonucu. İnsanların genellikle iffet üzerinden ahlak bekçiliği yapmaları da galiba bundan kaynaklanıyor.
Tüm toplumların ahlakı tüm boyutlarıyla ele aldığı ve artık birtakım ahlaksızlıkların sorgulandığı güzel günleri görmek için, demek hepimizin büyük görevleri var.