Size olan dostluğunu hiçbir menfaate değişmeyecek gerçek bir dost… Başkalarının yönlendirmeleriyle değil, adaletin terazisiyle hüküm veren, düşüncelerinizin ne olduğunu bilmeden yargılamayan adil bir dost…
En zor şartlarda, hatta en sinsi fitnelerin, oyunların ve tuzakların içinde dahi sizi yanlış anlamayacak, samimiyetinize mutlaka güvenen sadık bir dost…
Ne zaman başınız derde düşse tereddütsüz yardımınıza koşan, üstelik karşılıksız ve bedelsiz vefa gösteren bir dost…
Böyle bir dost olabilir mi gerçekten?
Peki, biz böyle bir dost olabilir miyiz?
Böylesi bir dostluğun muhatabı olabilir miyiz?
Ve böylesi bir dostumuz olsa ona layık olabilir miyiz?
Ben böyle bir dost biliyorum.
Şartsız, şeksiz ve şüphesiz güvenebileceğim; benim dediğim ne varsa bila tereddüt emanet edebileceğim…
Hem her şeye gücü yeten, hem de beni asla yalnız bırakmayacak bir dost. Son nefesime kadar yanımda olacak, hatta ölümden sonra bile…
Tahmin ettiğiniz gibi, evet O Allah, Şâhenşah-ı Ezel ve Ebed… Ancak bu dostluğun muhatabı olabilmenin yolu; hudutsuz bir ihlâs, riyasız bir içtenlik ve tam bir teslimiyetle mümkündür. O'nu sevdiklerimiz listesinin en başına koymak ve hayatımızın tümüne empoze etmek gerekir. Ne senede bir ay, ne haftada bir gün, ne de günde beş kere mecburiyetten ziyaret etmek zorunda kaldığımız, samimiyetsiz bir misafir gibi alelacele geçiştirilen beş kısa vakit değil, hayatımızın her anında, her saniyesinde yaşamamız gerekir.
“Allah iman edenlerin velisi ve dostudur onları karanlıklardan nura çıkarır.”¹
Bu ayetin müjdelediği hakikat, dostluğun en açık davetlerinden biridir.
İnsan, hayat yolunda cehaletin, günahın, şüphenin ve gafletin karanlıklarına düşer. İşte tam o anda bu İlâhî müjde kulağımıza seslenir:
“Sen yalnız değilsin. Dostun Benim. Seni bırakmayacağım. Seni karanlıktan nura çıkaracağım.”
Zira yukarıdaki dört soruya ‘evet’ diyebilmek yada buna azamî çaba sarfetmek, en hakikî dosta ulaştıran kapının kilidini açacak gizli bir anahtardır.
Ne büyük bir müjde ki, insanoğlunun kalbinde en derin arzularından biri olan sadık ve sarsılmaz dostluk, bizzat Âlemlerin Rabbi tarafından vaad ediliyor. O’nun dostluğu yalnızca bir teveccüh değil; bir sahipleniştir, bir koruyuş ve bir yol gösteriştir. Bize düşen ise, bu dostluğa karşılık verebilmektir; kalbimizi, hayatımızı ve tüm yönelimlerimizi O’na emanet etmektir. Çünkü O dost ise, her şey dosttur. Her zorluk, her yalnızlık, her imtihan bile O’nun dostluğunda güvenli ve aydınlık bir yola dönüşür.
“Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise her şey dosttur.”²
Ama O dost değilse, dost sandığınız herkes birer birer dağılır.
İşte bu yüzden gerçek dostluk, sadece sözde değil; hayatın her anına, her nefesine nakşedilmiş bir teslimiyetle mümkündür. O’na yönelen, O’nun veliliğini ve dostluğunu kabul eden, bir bakıma bütün kâinatla dost olmuş demektir.
Dipnotlar:
1- Bakara Suresi: 257.
2- Risale-i Nur Külliyatı, 23. Mektup, 7. Sualiniz