Birliği bozmamak için cemaat fertlerinin bir arada bulunup birlikte hareket etmeleri lâzımdır.
Rabbimiz kutsal kitabımızda, “Allah’a (cc) ve Resul’üne (asm) itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz elden gider. O halde zorluklara sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir” 1 buyurur.
Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) de, “Size birlik halinde bulunmanızı tavsiye eder, ayrılıp dağılmaktan şiddetle kaçınmanızı isterim. Çünkü şeytan, yalnız başına yaşayan insana yakın olup, beraber bulunan iki kişiden uzaktır. Kim Cennet’in ta ortasında yaşamak isterse, cemaatte bulunmaya baksın” 2 demiştir.
Şahs-ı manevî birlik ve beraberlikle sağlanır. Birlik ve beraberlik içinde yaşamanın cemaat hayatı bakımından ne kadar önemli olduğunu, cemaati bir insan vücuduna benzeterek anlatırsak; bazı organları hasta olan bir insanın vücudu nasıl zayıf ve güçsüz düşerse, birlik ruhunun kaybolduğu cemaat de öyle güçsüzleşir.
Maddî ve manevî güçlerini kardeşlerine karşı kullanan ve düşmanlarını unutanlar kolayca başkalarına yem olurlar. Bu hakikat öteden beri bilindiğinden, dünyaya hükmetmiş nice büyük devletler önce içeriden parçalanmış, sonra yıkılıp tarihten silinmişlerdir.
Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri de, “Kardeşim! Artık siz hizmeti düşünmeyin, Risale-i Nur kendisi tevessü eder. Siz aranızdaki uhuvveti, tesanüdü, muhabbeti muhafaza edin. Cenâb-ı Hak en muhalife bile bu hizmeti yaptırabilir…” 3 der. Bu tesanüdü sağlamak için Kur’ân’ı ve Risale-i Nur Külliyatı’nı bol bol okuyalım.
İstanbul’da kuaförlük yapan bir dostum anlatmıştı, “Okul tatillerinde dükkânıma çırak alırdım. Ve aldığım çırağa “benim gözlerim yazıları çok iyi görmüyor, sen bana sadece Risale-i Nur Külliyatı’nı okuyacaksın, daha başka da işin yok. Hiçbir cemaatten de bahsetmedim, namaz kıl demedim, namaza kendi başladı, Külliyatı bitirdi.”
O kuaför arkadaşımı can-ı gönülden kutlarım. Ben ondan şunu anladım; şayet bir kişi Risale-i Nur Külliyatı’nı hiçbir cemaat tanımadan okursa Yeni Asya’yı da tanır. Öyleyse biz de devamlı olarak Külliyatı kendimiz okuyalım ve Nur Talebesi unvanını kazanalım.
Bir Müslüman’ın birinci görevi, öğrenilmesi vacip olan iman hakikatlerinin delillerini öğrenmek ve delilleri öğrenmeyi bıraktığından kazanılan “isyan eden” ve “günah işleyen” sıfatından kurtulmaktır. Bu, namaz kılmak, oruç tutmak ve kurban kesmek gibi kişiye gerekli olan bir ibadettir. Farz-ı kifaye değil, kendisine farz-ı ayn olan bir ilimdir. 4
Dipnotlar:
1- Enfâl/46. Âyet. 2- Tirmizî, Fiten 7. 3- Said Özdemir, Tanıyanların Dilinden. 4- İstifade edilen Kaynak; Feyyaz Bilişim, İmanın Dereceleri.