Manevî değerlerimizi çok kişiler istismar etmişlerdir, etmektelerdir ve daha da edeceklerdir. Neden etmektelerdir?
Çünkü çok kişilerin müşteri olduklarındandır. Müşteri olmasalardı onlar da istismar edemeyeceklerdi.
Bu istismar edenler esnaf olabilirler, siyasetçi olabilirler yani her kesimden olabilirler. Esnaf deyince hafızamda bilgilerim ve anılarım tazelendi. Osmanlı Devleti’nde Müslüman görünen Yahudiler esnaflık yaptıklarında tezgâhta Kur’ân-ı Kerîm bulundururlarmış yani İslâm’a özgü argümanları kullanırlarmış. Bir mal satarken hemen Besmele-i Şerif ile başlarlarmış. Hatta Hacı Baba Lokantası, Hacı Bey kuyumcusu, Hacı Mehmet Efendi Baharatçısı ve bunlara benzer isimler kullanırlarmış ki Müslümanları kandırsınlar. Bunu anlayan Osmanlı Yönetimi bu istismarı önlemek için tedbir almış.
Bir de dini istismar eden siyasetçiler vardır. Bunların çok çeşitli tanımları vardır. Ben herkesin anlayacağı şekilde anlatayım: Kısaca İslâmiyet dininin siyasete alet yani basamak yapılması demektir. Meselâ bir imam camide vaaz verirken cemaati neye çağırır? İslâm dinine çağırır, yani İslâm’ın emirlerinin uygulanmasına çağırır. Fakat bir de siyasetçi düşünelim ki namaz kılar, dindar görünür. Dine özgü argümanları kullanır. Fakat bunların sonunda istediği bir şey vardır, bize oy verin biz milletvekili olalım, bakan olalım, başbakan olalım. Aslında, ben hep bu dini argümanları sizi kandırmak için yapıyorum, sizin dine özgü duygularınızı sömürmek için yapıyorum, demek ister dolaylı olarak anlamayanlara.
İşte buna ve böyle yapanlara Siyasal İslâmcı denir. Böyle yapmak asla ve asla doğru değildir. Hatta Peygamber Efendimiz (asm), (bilmana) dünyanın son kertesine doğru Müslümanlar arasında deccaller türeyecek; doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterecekler (Buhari, Fiten, 26) demektedir.
Bazıları da vardır ki onlar da ırkçılığı kullanırlar, bazıları da halkçılığı.
Siyasetçilerin bu tür davranışlarına asla aldanmayalım. Bediüzzaman Hazretleri, Eşref Edip için, din kardeşimizdir, fakat siyaseten ayrıyız, der.