1848 yılında Fransa’da başlayan ve bütün Avrupa’ya yayılan ayaklanmalar sonrası Prens Metternich şu meşhur sözü söyler: “Paris hapşırırsa, Avrupa nezle olur.”
Bilhassa Fransız İhtilalinden sonra “milliyetçilik polenleri” sebebiyle Fransa çok defa hapşırmış, Avrupa ise bazı zamanlarda bu “hapşırıklar” sebebiyle “şifayı kapmıştır”.
Eskiden bu “milliyetçilik nezlesi” Türkiye’ye pek bulaşmaz iken şimdilerde ülkemizin bağışıklığı epeyce bir zayıfladı.
Fransa’da, geçtiğimiz Salı günü; Cezayir asıllı 17 yaşındaki bir gencin Fransız Polisi tarafından öldürülmesiyle başlayan olayların şiddeti gün geçtikçe artıyor.
Afrika asıllı azınlıkların ön saflarda olduğu gösterilerde; şehirlerde yağmalama, hırsızlık ve şiddet olayları yaşanırken, bazı kamu binaları da ateşe verildi.
Fransa’daki bu olaylar ülkemizde iki şekilde karşılık buldu. Ümit Özdağ’ın başını çektiği grup, mülteci meselesini işaret ederek, “Türkiye’yi, azınlık isyanlarıyla başlayacak bir iç savaşın beklediğini” söylerken, AKP-MHP kanadı ise Fransa Polisinin göstericilere olan müdahalesini eleştirip, “Ey Macron bize insan hakları dersi verme” dedi.
Mülteci ve göçmen meselesi sadece ülkemizin değil tüm dünyanın gelecekteki en büyük sorunlarından birisi olacak.
Toplumlar; günümüz medeniyetinde birbirlerine yalnızca milliyetçilik bağı ile bağlılar. Bu zayıf bağ; toplumlara kardeşlik ve barış getirmediği gibi, menfi milliyetçilik fikrinin silahı olan “çarpışma”nın bir gereği olarak, halkları “bir diğer halkı yutmak suretiyle” besliyor.
Oysa bizim milletimizin “ruhu İslamiyettir.” Bizim milletimizi bir arada tutan; “hakiki, nisbi ve izafi” olmak üzere üç ayrı bağ birden vardır. Bunlar “rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir.”
Din bağı, vatan bağı ve sınıf bağı (ticari, mesleki ve diğer bağlar) ile birbirine sıkı sıkıya bağlı olan milletimiz, mülteci problemini ancak bu bağları gevşetmediği takdirde çözebilir.
İçinden faz, nötr ve topraklama kabloları geçen; dışında ise koruyucu kalın bir kılıfın bulunduğu bir kabloyu ele alalım.
Vatan bağı canlı elektriğin yüklü olduğu faz kablosudur. Sınıf bağı elektriğin dönüş yaptığı yüksüz nötr kablosudur. Din bağı ise yüksek gerilimleri toprakla birleştiren ve bu sayede insanları çarpılma tehlikesinden kurtaran topraklama kablosudur.
Bu ince kabloların dışındaki koruyucu ve kalın kablo kılıfı ise demokrasi ve hukuktur.
Bugün Batı Medeniyetinde; materyalizm din bağını, kapitalizm de sınıf bağını zayıflattı. Batı toplumlarını birbirlerine bağlayan tek bağ olarak vatan bağı yani sığ milliyetçilik kaldı.
Milliyetçiliğin yüksek gerilimi kimi zaman insanları çarpsa da yalıtkan bir kalın kablo kılıfı hükmünde olan demokrasi ve hukuk Avrupa’da iyi işlediğinden, bu tür gösteriler artık “iç savaş”a dönüşmüyor.
Ülkemize gelecek olursak; kablonun dış kılıfı olan demokrasi ve hukuk “keskin bir penseyle soyulmuş”. Kablo, tutanı çarpıyor. Topraklama kablosu olan “din bağı” da dindar görünümlü elektrikçiler elinde zedelenmiş durumda. Ekonomik kriz ve artan gelir adaletsizliği de nötr kablosu olan sınıf bağını kesip atacak gibi görünüyor.
İşte böylesi bir vaziyette, mülteci problemi, elektrik yüklü milliyetçilik akımıyla çözülmeye kalkılırsa, görünen o ki çok kişi çarpılacak.
Bir an evvel “hukuk ve demokrasi” koruması altına girilmeli ve zedelenen dinî bağlar yüksek gerilimli trafoların bolca bulunduğu devletten uzakta yapılacak sivil ve ihlaslı dinî hizmetlerle güçlendirilmeli.
“Elektrik almak” dururken, “elektriğe çarpılmanın” lüzumu yok.
“Henüz vakit varken, gülüm. Paris yanıp yıkılmadan…”