İnsanın, özellikle mü’minlerin en büyük amacı Allah’ın rızasını kazanmaktır. Ama bazı insanların; başka insanların rızalarını amaç edindikleri görülmektedir. Bu şekilde olduğunda da kişi, övünmeye başlamaktadır.
Peki, insan niçin övünme ihtiyacı duyar?
Kişi; ya zenginliğinden, ya makam-mevki sahibiyse veya zekâsından dolayı övünür. Bazıları da atalarının durumları dolayısıyla övünürler. Övünme, imanlı kişiler için olmaması gereken bir davranıştır.
Aslında kişi Allah’ın yarattığı bir kul olduğunun ve O’nun rahmeti ile hayatta kaldığının şuurunda olursa bu tür yollara tevessül etmez. Çünkü Allah’ın kendisine nasip ettiği bazı özelliklere şükredeceğine; övünerek diğer insanlara gösteriş yapmayı ve nefsini tatmin edip bir üstünlük sağlamayı amaçlamaktadır.
Övünmenin başka bir sebebi de, diğer insanların kendisi hakkında ne düşündüklerini fazla önemsemektir. Genellikle endişeli bir ruh haline sahip, hata yapmaktan korkan ve eleştiriye tahammül edemeyen insanlar övünme yolunu seçerler.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ne Allah’ın ikramı olan güç ve kuvvelerimizi “tevazu” adına yok saymaya, ne de bunları sahiplenmeye ve bunlarla övünmeye hakkımız olmadığını beyan eder. Bunları sahiplenmek, bunları bir Allah vergisi olduğu hakikatini görmezden gelmek şüphesiz kibirlenmek, büyüklenmek ve şımarmak olur. Yani Allah’ın verdiği şeyleri yok saymamız doğru olmadığı gibi, iftihar ve övünme malzemesi yapmamız da doğru değildir.
Zaten malın, mülkün, zenginliğin ve çocukların kişiye Allah katında herhangi bir fayda sağlayamayacağı Kur’ân’da şöyle açıklanmıştır: “(Sizin beğenip övündüğünüz-böbürlendiğiniz) Mal ve çocuklar, (sadece) dünya hayatının geçici ve çekici-süsü (konumundadır).” (Kehf, 46)
Mü’min bir insanın düşüncesi, sahip olduğu her şeyin Allah’a ait olduğunu ve ancak O’ndan isteneceğini bilmesi olmalıdır.
Hz. Peygamber (asm) Efendimiz de: “Allah, kibirli ve şımarık kimselere buğz eder.” diyerek övünmenin önünü kesmiştir.
Mü’min’in tevazu sahibi olması gerektiği de bir Kur’ân ayetinde şöyle bildirilmiştir: “Rahman’ın (akıllı, hayırlı ve has) kulları (onlardır ki;) gezip dolaştıkları (her) yerde, (münasip ve) mütevazı yürürler.” (Furkan, 63)