İşârâtü’l-İ’caz’da Fatiha suresinin başlangıcındaki “Hamd-Şükür” konusu tefsir edilirken, Üstad şunları belirtmiş;
“Eğer insan maddî ve manevî her bir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi ifa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedia bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir'at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ve her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle insan, sıfât-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem müzhir olur.”1
“Cem' sîgasıyla zikredilen 'na'büdü'deki zamir, üç taifeye işarettir. Birincisi: İnsanın vücudundaki bütün a'zâ ve zerrata raci'dir ki, bu itibarla şükr-ü örfîyi eda etmiş olur.”2
Bu iki cümledeki “şükr-ü örfî” tamlaması dikkatimi çekti. Anlamını araştırmaya başlayınca. Şu bilgilere rastladım.
Şükr-ü örfî, genel olarak şu şekilde açıklanabilir: Yukarıdaki alıntıda pencere olarak isimlendirilen her bir organımızla Cenab-ı Hakkın isimlerine hem bir ayna, hem de birer hamd yolu şükr-ü örfîyi tanımlandırıyor.
Genel olarak, insanın bütün maddî ve manevî organlarını, yani tüm azalarını ve yeteneklerini, Allah'ın rızası yolunda ve yaratılış gayelerine uygun bir şekilde kullanarak şükretmesidir.
Şu şekilde de yorumlayabiliriz herhalde. Her bir uzvumuzu (el, ayak, göz, kulak, akıl, kalp, vb.) o uzvun yaratılış amacına uygun olarak kullanmak ve onlarla Allah'a kulluk vazifesini yerine getirmektir.
Başka bir ifadeyle, yalnızca dil ile "şükür" demekle kalmayıp, bütün beden ve uzuvlarla fiilî olarak şükür vazifesini yerine getirmek, yani nimetleri verenin emrettiği şekilde kullanmaktır. Örneğin, gözün şükrü helâl olan şeylere bakmak, dilin şükrü ise doğru söz söylemek ve Allah'ı zikretmek gibi düşünülebilir.
Kısaca, şükr-ü örfî, maddî ve manevî her bir aza ve latifeyi Allah’ın emrettiği yerde kullanmak, kendine mahsus ibadetle meşgul etmek ve şeriatın emirlerine boyun eğdirmektir. Yukarıda biraz bahsettiğimiz gibi; meselâ, göz ile Allah’ın sanatını görmek, dil ile Allah’ı ve sanatını zikretmek ve hakkı konuşmak, kulak ile helâlleri ve hakkı işitmek, ayak ile hakta, sırat-ı müstakimde yürümek, el ile hakkı tutmak, hakka yardım etmek, akıl ile hakkı tefekkür etmek, kalp ile Allah’ı ve yarattıklarını sevmek.
Ve bunlar gibi, bütün duygu ve azaları kendilerine mahsus işlerde çalıştırmak, Allah’ın emrettiği yerde sarf etmek ve şeriatın emrine imtisal ettirmektir. Bunu yapan şükr-i örfîyi ifa etmiş olur.” 3
Bunu konuyu Bediüzzaman "Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır." 4 ayeti ışığında değerlendirme yaparak, Cenab-ı Hakkın biz insanlara verdiği bütün âzâlarımızın birer emanet olduğunu ve bu emanetleri de hakikî Sahibine satmayı tavsiye ediyor. Bu da konumuz olan şükr-ü örfînin özeti gibi oluyor.
Devam edecek….
Dipnotlar:
1- İşaratü'l-İ'caz, s. 37.
2- İşaratü'l-İ'caz, s. 43.
3- https://risaleizah.com/17-rabian-hamdin-en-meshur-manasi-sifat-i-kemaliyeyi-izhar-etmektir.html
4- Tevbe Sûresi: 111.