Sosyal medyada belki siz de karşılaşmışınızdır.
Hikâye şöyle; “Bir hanımefendi şöyle anlatıyor: Şam’da geçirdiğim eski günleri hatırlıyorum. Orada bir komşum vardı. Her sabah kapısını çaldığımda “Hadi gel, bir fincan kahve iç” dediğimde, O hemen örtüsünü ve anahtarını alır, eve girer ve “Kahve nerede? Vaktim yok!” derdi. Ben kahveyi hızlıca kaynatır, içerdik. Sonra kalkar ve tekrar “Vaktim yok!” derdi.
Ben ona her gün, her zaman davette bulunurdum. Çünkü ben yaşlanmış, yalnız kalmıştım.
O ise benden büyük bir hanımefendiydi, sadece yaşlı bir eşi vardı. Ama hep hızlıca uğrar, “Vaktim yok!” diyerek dönerdi. Bazen de ben ona giderdim, “Gel içeri!” derdi, kahveyi kaynatır ve tekrar: “Vaktim yok!” Ben şaşırırdım. Onu meşgul eden neydi?
Kahveyi içer, rahatsız etmemek için hızlıca çıkardım.
Bir gün şaka yollu dedim ki: “Keşke seni meşgul eden şeyde beni de çalıştırsan, böylece benim de vaktim olmaz!” Yüzü sevinçle aydınlandı: “Uzun zamandır senden bu isteği bekliyordum. Yarın birlikte başlarız inşallah” dedi.
Ertesi sabah kahvemizi içtik. Sonra dedi ki: “Vaktimiz yok!”
İki mushaf (Kur’ân) getirdi ve dedi ki: “Hadi bir ayet okuyalım, tefekkür edelim, kendimizi sorgulayalım: Biz bu ayetten neredeyiz?”
Nefesim kesildi. “Mushaf mı? Ayet mi? Tefekkür mü?”
Ben bunlardan neredeydim?
Komşumun meşgul olduğu şey bu muydu?
Bu mu “vaktim yok”un sırrı?
Gülümsedi: “Evet! Artık benim ve senin vaktimiz yok! Ömrümüzün dakikaları, saniyeleri bitmeden biz onlara yetişelim; yoksa biz mezara varırız. Ve orayı aydınlatacak tek şey Kur’ân’ın nuru, Allah’ın kelamıyla doğruluk ve zamanımızı ibadet ve hayırlarla doldurmaktır.”
O an çok büyüdüğümü hissettim. Ve gerçekten “vaktim yok” dedim. Elimle mezarın kenarını tutuyormuşum gibi hissettim, kalbimin atışlarını sayar gibi oldum. Mushaf’a sarıldım, susamış bir insan gibi ondan içtim, ama susuzluğum dinmedi. Ah nefsim! Beni Rabbimin kelamından ne kadar uzak tuttun! Zamana, ömrüme, ölüme karşı yarışacağım.”
Said Nursî, vaktin/zamanın israfını en büyük günahlardan biri olarak görmüştür. Risale-i Nur'da "ömür sermayesi pek azdır, lüzumlu işler pek çoktur" diyerek, her bir anın kıymetinin bilinmesi gerektiğini vurgulamıştır. Boş vakit geçirmeyi, malayani (faydasız) işlerle meşgul olmayı, gaflete dalmayı şiddetle eleştirmiştir. Ona göre her bir saniye, ebedî hayatta karşılığı olacak amellerle doldurulmalıdır.
Ayrıca, Said Nursî bu konuda, vaktin değerlendirilmesi konusunda, mektupları ve sohbetleriyle talebelerine de zamanı en verimli şekilde kullanmaları konusunda sürekli tavsiyelerde bulunmuştur. Onları, vakitlerini Risale-i Nur'u okumaya, yazmaya ve neşretmeye teşvik etmiştir. Bu hizmetin, imanı kurtarma ve imana hizmet etme noktasında en acil ve en önemli vazife olduğunu belirtmiştir. Talebelerine, dünyevî meşgalelerin ve siyasî hadiselerin gelip geçici olduğunu, asıl olanın ise imana ve Kur'ân'a hizmet olduğunu hatırlatarak, enerjilerini ve vakitlerini bu yönde yoğunlaştırmalarını istemiştir.
Allah’tan bizlere zamanımızı O’nun rızasında değerlendirmeyi, O’na yaklaşmayı ve güzel bir sonla bu dünyadan ayrılmayı nasip etmesini diliyoruz.