Fıtrat kelimesi “yarmak, ikiye ayırmak; yaratmak, icat etmek” manalarına gelen fatr kökünden isim olup “yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş” anlamında kullanılır.
İlk yaratılış, bir bakıma mutlak yokluğun yarılarak içinden varlığın çıkması şeklinde telakki edildiğinden fıtrat kelimesiyle ifade edilmiştir. Buna göre fıtrat ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir (İbni Abdülber, XVIII, 57 vd.; Lisânü’l-Arab, “ftr” md.; Tâcü’l-arûs, “ftr” md.).
Fıtrat, İslâm literatüründe üzerine yoğun anlamlar yüklenen Kur'ân ve Sünnet kaynaklı bir kavramdır. Yaratılışın özünü, usûl ve esaslarını ifade etmek için fıtrat kavramı kullanıldığı gibi her bir varlığın yaratılıştan getirdiği ortalama maddî ve manevî varlığını ifade etmek için de fıtrat kavramı kullanılır.
Üstad Bediüzzaman da Hakikat Çekirdekleri’nde fıtratı şu şekilde tarif ediyor: “Fıtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv der: ‘Ben sümbülleneceğim, meyve vereceğim.’ Doğru söyler. Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: ‘Piliç olacağım.’ Biiznillâh olur, doğru söyler. Bir avuç su, meyelân-ı incimad ile der: ‘Fazla yer tutacağım.’ Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelânlar, iradeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir.”
Bu açıklamalardan anladığımız kadarıyla ‘fıtrat’ Cenab-ı Hakk’ın her yarattığı cins-nev için ayrı bir özellikle-fıtratla yaratmıştır. Üstad bir önceki hakikat çekirdeğinde ise: “Fıtrat-ı zîşuur [şuurlu yaratılış] olan vicdandaki incizap [çekilme] ve cezbe [kendinden geçme], bir hakikat-i cazibedarın[asıl ve esasıyla çekici olan hakikat] bir cezbesiyledir.” demektedir.
Fıtrat kanunu ise, şu sual ve cevapta açıklığa kavuşturulmuştur:
Tenkitkârâne bir suale cevaptır. “Ehl-i dünya tarafından deniliyor ki: ‘Sen neden bize küstün? Bir defa olsun hiç müracaat etmeyip sükût ettin. Bizden şiddetli şekva edip “Bana zulmediyorsunuz” diyorsun. Hâlbuki bizim bir prensibimiz var, bu asrın muktezası olarak hususî düsturlarımız var. Bunların tatbikini sen kendine kabul etmiyorsun. Kanunu tatbik eden zalim olmaz. […] Sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvaya ve küsmeye hakkın yoktur.’ ”
Bu soruya karşı Üstad Bediüzzaman: “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-i fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir. […] Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tamme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim. Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır.” (22. Lem’a. İkinci İşaret)
Yani, sizin yaptıklarınız fıtrata ters hareket etmenizden, benim size karşı davranışım ise Cenab-ı Hak tarafından fıtratıma yerleştirdiği özelliğin gereğidir. Onun için sizinle anlaşamayız. Siz kendi bozulmuş fıtratınızın kanununa göre istibdat yapıp işkencelerle, adaletsizlikle davranıyorsunuz ben de fıtratımdaki latifelerin birleşmesinden oluşan sırat-ı müstakim üzere davranıyorum. Bunun için sizinle bu şartlarda anlaşmamız mümkün değildir.