Sözde Halk Partisi’ne rakip, hakikatte ise Demokrat misyonu bitirme siyaseti güden Millet Partisi (MP), 1948 yılı Temmuz ayı sonlarında Ankara’da kuruldu.
Ankara’da dindarlığıyla bilinen Osman Nuri (Köni) Efendinin evinde toplanan Milletçiler, mübarek sayı olsun diye tam 33 kişiyle yeni partiyi teşkil etmeyi uygun gördü.
Millet Partisi’ni kuran bu kadro, önce Demokrat Partiyi pasif davranmakla suçlamaya başladı.
Kamuoyu, bu sûretle oluşturulmaya çalışıldı...
Oysa ki, DP’liler daha iki sene önceki seçimde (1946) bir ton sopa yiyerek ve başlarına sandıklar geçirilerek küçük bir grup halinde Meclis’e gelebilmişlerdi. Buna rağmen, Millet Partisi’ni oluşturan milletvekillerinin hemen tamamı, Demokrat Partiden ayrılan kimselerdi.
Toplam milletvekili sayısı 60 kadar olan Demok- rat Parti, bu yeni hareketle daha ikinci senesinde neredeyse tam ortadan ikiye bölünmüş oldu...
Bu tablo bile, o dönem itibariyle başlı başına bir trajedi olsa gerek.
Milletçilere göre, iktidardaki Halk Partisi’ne ve bilhassa İsmet Paşa’ya karşı daha sert, daha haşin, daha yıkıcı bir politika izlenmesi gerekiyordu. Nitekim, partinin resmî kuruluşuyla birlikte bir beyannâme neşreden Fahrî Başkan Mareşal Fevzi Çakmak’ın sözleri de aynı yönde idi. Mareşal, Halk Partisi’ne karşı asıl muhalefeti ancak kendilerinin yapabileceğini, Demokratların çok pasif kaldığını ve uzlaşmacı bir tavır sergilediğini söylüyordu.
***
Evet, Mareşal Fevzi Çakmak’ın himayesinde ve onun fahrî başkanlığında kurulan Millet Partisi’nin ismi, Bediüzzaman Said Nursî’nin siyasî-içtimaî mektuplarının toplandığı Emirdağ Lâhikası isimli eserinde defaatle zikrediliyor. Bir cümlesi aynen şöyledir: “Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek.” (Age: 422.)
Said Nursî’nin 1950’li yıllarda sarf etmiş olduğu bu ifadede ismi geçen “Millet Partisi”nin fahrî başkanlığına meşhûr Fevzi Paşa getirildiği için, gerek basında ve gerekse halkın dilinde ayrıca “Mareşalin partisi” ismiyle de anılır olmuştu.
***
Büyük bir gürültü ve şaşaa ile kurulan Millet Partisi, henüz iki yaşında bulunan muhalefetteki 61 üyeli Demokrat Parti’den aşırdığı 30’a yakın milletvekiliyle Meclis’te de grup kurarak siyasî faaliyete çok hızlı şekilde başladı...
DP’den transfer edilenler, toplumda “milliyetçi–muhafazakâr” olarak bilinen milletvekilleriydi.
25 yıllık iktidar partisiyle mücadele etmek yerine ana muhalefet partisiyle mücadeleye girişen MP, Demokrat Parti’yi adeta ortadan ikiye bölerek, aslında nasıl bir misyona hizmet ettiğini daha ilk günden itibaren sergilemiş oldu.
MP’nin işin ta başlarında sergilemiş olduğu bu tutum ve davranışı, onunla aynı paralelde ve aynı mantık çerçevesinde hareket edenler tarafından tâ günümüze kadar devam edegeldi. Onlara göre, en büyük muarız CHP değil, siyaset sahnesinden silinmesi gereken Demokratlardır.
Nitekim, MP’nin yayın organı mahiyetindeki neşriyat organlarında, tâ o zamandan günümüze kadar gelen süreçte hep şu mânâdaki bir anlayışın yer aldığını görmekteyiz: “DP ile CHP’nin birbirinden farkı yok. Al birini vur ötekine. Hatta DP daha fenadır.” (Sebilürreşad, Büyük Doğu ve Millî Gazetenin arşiv kayıtları.)
Yani, Milletçiler ile onun versiyonu olan Türkçü-Dinci partiler “Aman ha! Halk Partisi karşısında bölünmeyelim; oylarımızı sakın ha bölmeyelim!” gibi bir endişeyi Demokrat misyon adına hiçbir zaman taşımadılar. Sadece kendilerini düşündüler. Halen de öyledirler.
***
Üstad Bediüzzaman’ın “Eğer Demokrat Parti düşse…” diye başlayan ifadesinden de anlıyoruz ki, 1950’de yüzde 53 ile iktidara gelen Demokratlar, günün birinde iktidardan düşebilir. Demokratların düşmesi halinde ise, iktidara ya Halkçılar, ya da Milletçiler gelecek demektir. Genel siyasî denklemde, dördüncü bir temayülün hayat bulup iktidara oynaması “şimdilik” mümkün görünmüyor.
Bediüzzaman, günahları kabarık olan Halkçıların millet iradesiyle tek başına iktidara gelemeyeceğini ifade ettiği mektubunda, Milletçiler için ise aynı şeyi söylemiyor. Bu da gösteriyor ki, DP’nin yüzde 53’üne mukabil 1950’de yüzde 3 civarında oy alan Milletçiler, günün birinde DP ile yer değiştirerek tek başına iktidara gelebilir. Yani, merkezin oyları bu iki siyasî temayül arasında “yatay geçiş” yapıyor demektir. Zira, her iki partinin sosyolojik tabanı hemen hemen aynıdır.
Yalnız şu var ki, 1950’lerdeki Milletçiler iki şıklı, iki kanatlı bir oluşumdur: Türkçüler ve Dindarlar. Türkçülerin başında Osman Bölükbaşı ve Hikmet Bayur gibi isimler var; dindar kanadın başında da Osman Nuri Bey ile Cevat Rıfat Atilhan gibi isimler bulunuyor. Ancak, her iki taraf yine Fevzi Paşa’da birleşiyor.
***
FİNAL: Askeriyede vazife başında olup elinde birçok imkân/selâhiyet var iken, din lehinde hiçbir hizmette bulunmamış bir kimse hakkında iyimser olmaya hiç hacet yoktu.
Mareşal’in partisi 1950 seçimlerine var gücüyle asılmış ve tam Demokratları geçebilme atraksiyonlarına başlamıştı ki, hiç hesapta olmayan bir hadise vuku buldu: Seçim kampanyası çerçevesinde Trakya bölgesinde giderek parti propagandası yapan Fevzi Paşa’nın aniden rahatsızlanması ve 14 Mayıs seçimlerine tam da 35 gün kala ölmesi, MP’nin seçim yarışını kaybetmesine, Demokratların ise tek başına iktidara gelmesine mühim bir sebep teşkil etmiş oldu.