Dicle Nehrinin eskiden üç tarafını çevrelediği Cizre, tarih boyunca ilim ve irfân merkezi olmuş kadim bir şehir.
Kendisiyle birlikte etrafını, hatta Anadolu’nun pekçok beldesini dinî, ilmî, ahlâkî nurlarla aydınlatmıştır. Hemen her köşesinde bir cami, mescit, medrese bulunuyor. Bugünkü mevcutlar kadar da harabe olmuş, kullanılmaz hale gelmiş tarihî bina ve mabetlerin kalıntıları var.
Zamanla değişen ve değişkenlik arz eden demografik yapısı da incelemeye değer bir renkli diyârdır burası. Bilhassa, Arap yarımadasından hicret etmek mecburiyetinde kalan sahabe nesli ve seyyidler cemaati, yukarı Mezopotamya’ya doğru akın ettiklerinde ekseriyetle gelip kaldıkları şehir, Dicle nehri kenarındaki Cizre olmuştur. Gelenlerin bir kısmı buraya veya yakın çevresine yerleşirken, büyük bir kısmı da zamanla Anadolu’nun en ücrâ yerine kadar gidip oralara yerleşmişlerdir.
*
Cizre’nin kendine hâs bir özelliği daha var. O da kendi aralarında tatlı tatlı konuştukları Kürtçe lisanıdır. Evet, Cize’de konuşulan Kürtçe, sair yerlerden hem farklı, hem de çok tatlıdır. O derece akıcı konuşuyorlar ki, dinlemekten hiç usanç duymuyorsunuz.
Özetle: “Cizre’nin Kürtçesi”, darb-ı meselde söylenen anen “Şam’ın Arapçası” veya “İstanbul Türkçesi” gibidir.
*
Suriye hududunda yer alan Cizre’de sınır ticareti pek canlıdır. Türkiye ve Suriye piyasalarında adeta ne varsa, onların birer nümunesini Cizre’deki tezgâhlarda bulmak mümkün.
Aynı zamanda eski bir kale-şehir olan Cizre’nin nüfusu bugün itibariyle 200 bine dayanmış durumda. Şehirdeki tarihî bina ve türbe sayısı ise, sayılamayacak kadar çoktur.
*
Cizre’nin ortasından Cennetin damlalarıyla bereketlenen Dicle Nehri usûl usûl akıp giderken, hemen yanı başında da Hz. Nuh’un (as) gemisine iskele vazifesi gören Cebel-i Cûdî bütün ihtişâmıyla arz-ı endâm ediyor.
Bu kudsî hadisenin bilâteşbih zikredildiği Risâle-i Nur’da şu hakikatli ifadeler yer alıyor: “Risâle-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tokatından kurtulmasına bir sebeptir.” (Kastamonu Lâhikası: 98)
Cizre’nin pek çok yerini ziyaret etme, tarihî ve turistik noktalarını gezip dolaşma imkânını bulduk. Gittiğimiz hemen her yerde, yöre insanlarının Hz. Bediüzzaman ve Risâle-i Nurlar ile tanış olduklarını yakînen gördük. Halk tabakasından öğretmenlere, imamlardan doktorlara, sair memurlardan Kurân hocalarına ve hafızlık yapan talebelerine kadar, hemen umum Cizrelilerin Nurlarla ülfet ve münasebet içinde görmek bizi ziyadesiyle memnun ve mesrûr eyledi. Hiç mübalağasız yüzlerce hafızlık eğitimi gören kardeşlerimizle günlerce hemhâl olduk ki, zaten çoğu âşina durumdalar.
Cizre’de mezarını ziyaret ettiğimiz merhum Seyyid Ali’nin Hz. Bediüzzaman hakkında yazdığı pek manidar bir şiiri var. Birkaç beyitini naklederek noktalayalım.
KÜRTÇE
Ew li Nors’ê hate dinya û li Riha wefat kir
Ew şehîr bu ew bedî’ bû ez çi bêm ser deste bî
Ey Alî! Gerçi Seîd çû, lê Risalê Nûr neçû
Sed emanet min lite tu ji wan mehrûm nebî
TÜRKÇESİ
Nurs’ta dünyaya geldi, Urfa’da vefat eyledi
O meşhurdu, bedî idi; ne vasfetsem de üstündeydi
Ey dû cihan bahtiyarı! İçime dert oldu seni görmemek
Rabbimden niyazımız âhirette senin yanında olmak
Ey Ali! Said gitti gerçi; lâkin Risâle-i Nur gitmedi
Yüzlerce kez tavsiyem, sakın mahrûm kalma ondan