Birbirine yakın tarihler verilmekle beraber, bizim baktığımız kaynaklara göre Hanefi Mezhebinin kurucusu İmam-ı Âzam Ebû Hanife Hazretlerinin vefâtı, Milâdî tarih itibariyle 6 Mayıs 767’dir.
Muhtelif kaynaklara göre, Ebû Hanife’nin kısa biyografisi şöyledir:
5 Eylül 699 tarihinde Irak’ın Kûfe şehrinde doğdu. Doğum tarihi hakkında bir görüş birliğinden söz etmem mümkün.
Asıl adı Nu’man bin Sabit’tir. Dürüst ve mümtaz bir şahsiyet olduğu için kendisine ‘’Hanif’’ ismi verilmiş. Hanif tâbiriyle alâkalı daha başka rivâyetler de var. Ancak, burada üzerinde durmaya ihtiyaç yok.
İmam-ı Âzam, bilhassa fıkıh alanında yaptığı içtihatlarla ortaya pek çok eser bırakmıştır. Bu mümtaz eserler, hem Hanefî mezhebinin inceliklerini serd ediyor, hem İslâm fıkhının temel ölçülerini en güzel bir sûrette ve gayet muhkem bir şekilde izâh ile vüzûha kavuşturmuş oluyor. Sonradan gelen aynı çizgideki imamlar ve âlimler, yine onun eserlerini ikmâl etmeye çalışmışlardır.
İmam-ı Âzam’ın en meşhur eseri Fıkhu’l-Ekber’dir. Büyük fıkıh mânâsınadır. Ehl-i Sünnet’in akâidine dâir olduğu için, esere bu isim verilmiş.
Ebu Hanife’nin bazı sözleri
* Bir devlet başkanı kamu malından çalar ve halkına ihanet ederse, zulme sapmış olur. Böyle bir durumda onun halifeliği iptal olur. Ayrıca, vereceği kararlar hükmünü, geçerliliğini kaybeder.
* Bilmediklerim ayağımın altına konulsa, başım gökyüzünün en yüksek katına yükselir.
* Avamın ve tacirlerin yanında ilme ve dine ait olmayan sözlerden kaçın ki, mala rağbet ve sevgin üzerinde durulmasın.
* Avam arasında ne gül, ne de tebessüm et; yani yılışık olma.
* Gereksiz yere çarşıya, pazara çıkma.
* Kemâle erişmemiş yeni yetmelerle çok konuşma; onlarla senli benli olma.
* Size vasiyet ediyorum: Beni gasp edilmemiş hâldeki bir toprağa defnedin
Ve, bir menkıbe
İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul olan bir şahsiyettir. O büyük zât, gündüz öğleye kadar kursta-mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticarî işleri ile uğraşıyor idi.
Bir gün ders verdiği esnada bir adam mescidin kapısından seslendi:
- Ya imam, senin gemin battı!
İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra “Elhamdülillah” diye karşılık verdi.
Aynı adam, bir süre sonra tekrar gelip şu haberi verdi:
- Ya imam, bir yanlışlık oldu; batan gemi seninki değilmiş.
İmam bu yeni habere de yine “Elhamdülillah” diyerek mukabele etti.
Haber getiren kişi hayretle sordu:
- Ya imam, gemin battı diye haber getirdik “Elhamdülillah” dedin. Batan geminin sana ait olmadığını söyledim, yine “Elhamdülillah” dedin. Bu nasıl iştir böyle?
İmam-ı Azam, meseleyi şöyle izah etti: Sen gemin battı diye haber getirdiğinde, kalbimi şöyle bir yokladım: Dünya malının yok olmasından, elden çıkıp gitmesinden dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu sebeple Allah’a hamdettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde ise, yine aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu müstağni hâli bana lutfettiği için, yine Allah’a şükrettim.