Ata sözlerine meraklı hemen herkes, Osmanlı’dan tevârüs eden şu darb-ı meseli biliyor olsa gerektir: “Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak.”
Dimyat, Mısır'ın Akdeniz’de limanı olan bir şehri. Nil deltasında, Suveyş Kanalı ağzında, Port Said yakınlarında bulunan bu şehir, Kahire'nin 300 km kuzeyinde yer alır.
Söz konusu darb-ı meselin yaşanmış hikâyesi biraz uzuncadır. Asıl konudan uzaklaşmamak için özetini verelim: İstanbul’da Karaman’lı bir pirinç tüccarı, Nil Deltası’nda yetişen Dimyat pirincini almak için giderken, Akdeniz’deki korsanlar tarafından soyulmuş ve o sene iflâs etmiş. Borçlarını kapatabilmek için, elindeki bulgurdan da olmuş...
* * *
Bilindiği gibi, ülkenin gündemde Libya Tezkeresi var. Millet Meclisi’nin kararıyla, Libya’ya asker gönderilmek isteniyor.
Gerekçeler kısaca şöyle: BM’de hâlen temsil edilen bölünmüş Libya’nın merkezî hükûmeti, bu yönde bir talepte bulunmuş. Bu talebe karşılık vermek, bizim de menfaatimiz icabı imiş. Ayrıca, bir asır kadar önce de Libya’ya asker göndermişiz; dolayısıyla, yine göndermemiz lâzım imiş, vesâire...
Bu meselede iki çengelli nokta var: Birincisi, bölünmüş Libya için ileri sürülen “BM üyesi” gerekçesi, neden Suriye merkezi hükûmeti için geçerli değil? İkincisi, 1911’de Osmanlı askerinin Libya’ya gönderilmesinin neticesi ne olmuş? Bu hadise, o dönemde bize ne kazandırıp neler kaybettirmiş?
Evet, bu iki hayatî soru cevap bulmalı ki, bundan sonrası için de ufuk açıcı olsun.
Bu hatırlatmalardan sonra, şimdi asıl nazara vermek istediğimiz Libya’da 1911’de yaşanan Osmanlı-İtalyan Harbine dair gelişmelere ana hatlarıyla bakmaya çalışalım.
Kıbrıs’tan sonra Ege Adaları
93 Harbinden (1878) sonra Kıbrıs’ın elden çıkma tâlihsizliğini Ege Denizi’ndeki adaların benzer mahiyetteki durumu takip etti. Şöyle ki: Ege’deki meşhûr 12 Ada’nın toplu şekilde elimizden çıkması, 1911’de İtalya ile yaşanan Trablusgarb (Libya) Savaşı’nın hemen akabinde vukû buldu.
Akdeniz’deki büyük donanma gücüyle Libya sâhillerine yüklenen İtalya, karaya asker çıkarmakla beraber, sahra karasında fazla ilerleyemedi. Hatta, bir cihette mağlûbiyeti kabul ederek geriye çekildi. Ne var ki, gücü zayıflayan Osmanlı ile mücadeleden de vazgeçmedi. Elindeki güçlü donanma ile, bu kez yönünü Ege’deki adalara doğru çevirdi. Osmanlı donanması zayıf durumdaydı.
İtalya, işte bu ikinci hamlesinde başarılı oldu ve Ege’deki adaların çoğunu Osmanlı’dan koparmayı başardı. Daha sonraları, İngiltere’nin de desteğiyle, bu adaların hemen tamamını Yunanistan’a bir nevi peşkeş etme yoluna gitti. Lozan’da da geri alınamayan 12 Ada, uluslar arası hukuk platformlarında Yunanistan’a bırakılmış oldu.
Akdeniz’de kaybedilen hâkimiyet
Osmanlı Devleti, asırlardan beri sürdürmüş olduğu Ege ve Akdeniz üzerindeki hâkimiyetini 93 Harbi sebebiyle ve fakat bilhassa 1911’den itibaren peşpeşe yaşanan İtalyan Harbi ile Balkan Harbi neticesinde büyük çapta kaybetmeye başladı.
Başta Midilli olmak üzere, Limni, İmroz, Bozcaada, Karyot, Taşöz ve Semendirek adaları, İtalyan koruması altındaki Yunan donanmasına ait savaş gemileri tarafından, önce abluka altına alındı. Ardından da, ismi geçen adalara asker çıkarılarak fiilen işgal edildi. Tarih: 21 Aralık 1912.
Yukarıda da kısmen temas ettiğimiz gibi, İtalyanlarla yapılan Trablusgarp Savaşı’nın (1911) hemen ardından, ismi geçen adaların da Yunanistan tarafından zaptedilmesiyle birlikte, Ege’nin de dahil olduğu Akdeniz, artık bir “Osmanlı gölü” olmaktan çıkmış bulundu, ne yazık ki...
Burada şu önemli noktayı da nazara vermekte fayda var: Yunan kuvvetleri, bu adaları işgal etmeyi tek başıyla yapmadı. Onun arkasında, İtalya ve İngiltere başta olmak üzere, Avrupa’nın diğer bazı devletleri de el altından büyük destek verdiler.
Aynı tarz politikaların benzer mahiyetteki desteği, 1912 ve 1913’te yaşanacak olan Balkan Savaşları’nda da devam etti.
Oysa, bu tarz hadiselerin zincirleme şekilde devam edip gideceği hususu, Libya’daki patlak veren savaş esnasında öngörülmüyor ve hesap edilmiyordu.
Temenni edelim ki, o tarihte yaşanan hatalardan gereken dersler çıkarılsın da, benzer hatalar tekerrür etmesin.